logo

Bize Çanakkale’yi Kim Anlatır?

Bize Çanakkale’yi Kim Anlatır?

Bize Çanakkale’yi Kim Anlatır?

Hepimizin bildiği gibi Çanakkale Savaşı, 1.Dünya Savaşı’nın bir cephesi olarak lanse edilmektedir. 1914-1918 yılları arasındaki bu savaşa bir dünya savaşı dememiz gerçekçi değildir. Çünkü dünyanın % 82’sinin batılı devletlerin işgalinde olduğu bu dönemde Avrupa devletleri arasındaki bu mücadele/sömürgecilik ve açgözlülük savaşına 1.paylaşım savaşı dersek daha gerçekçi oluruz.

1.Paylaşım savaşında İtilaf devletlerinin Rusya’ya yardım ve İstanbul’u alarak bizi savaşın dışına itmek amacıyla açtıkları bu cephede durumu gözden geçirirsek görürüz ki burada birbirine denk en azından yakın iki kuvvetin çatışması değil, birbirleri arasında ekonomik ve malzeme yönün den uçurumlar olan iki gücün çatışması vardır.

Bir tarafta yenilmez ve mağrur İngiltere’nin başkanlığındaki İtilaf kuvvetleri. İtilaf güçleri zaferlerinden o derece emindirler ki “İngiliz hükümetinin Akdeniz’deki filo komutanı Amiral Korden savaş başladıktan sonra 2 Mart 1915 tarihinde Londra’ya çektiği telgrafta şunları söylemektedir. “Havalar müsait gittiği takdirde iki hafta sonra İstanbul’da olabileceğimizi ümit ediyorum” İngiltere’nin savaş Bakanı Lord Kitchener ise zaferden o kadar emindir ki Hamilton’a çektiği bir telgrafta “Gelibolu şehrinin karşısında bir denizaltı su yüzüne fırlayıp İngiliz sancağını üç defa sallasa yarımadadaki bütün Türk garnizonu tabanları yağlayıp soluğu Bolayır’da alır” diyordu. 

İngilizler İstanbul’a girdikleri zaman kullanacakları kâğıt paralar basamadıkları için 10 şilinlik kâğıt paralarının üstüne Osmanlıca 60 gümüş kuruş yazdırmışlardı. İstanbul’a girince askerlerin harcamaları için. İtilaf Devletleri Donanmasının bir hamlede boğazı geçeceğine dünya o kadar çok inanıyordu ki “Rusya’nın buğday ihraç etmeye başlayacağı haberleri Şikago Borsası’nda buğday fiyatlarını düşürmeye başladı. Fransız gazetesi Le Temps de sonuçtan emindi “Kara ve Deniz güçlerimiz işbirliği halinde bir kaç haftaya kadar İstanbul’a ulaşacaktır. Bugün aklı başında hiç kimse şüphe etmesin ki Fransa, İngiltere ve Rusya’nın bu ortak hareketi kesin başarıya ulaşıncaya kadar sürecektir.

Hamilton’un hedefi ise daha büyüktür. Hamilton hareketten önce Limni adasında askerlere şöyle hitap edecektir; Türkleri yalnız İstanbul’dan değil Anadolu’dan söküp atacaksınız.

Alan Moorehead, eserinde İngiliz askerlerinin yaşadıkları güçlükleri anlatırken onların çaylarını sütsüz içmek zorunda kaldıklarından bahseder. Üstelik zavallı askerler pek az yumurta bulabilmekte, içki ise ancak uzun aralıklarla dağıtılabilmektedir. Oysa Enver Paşa’nın İaşe ve levazım Nazırı İsmail Hakkı Paşa’nın imzası bulunan emirde ise -“…bir zeytin tanesi üç lokmaya katık edilecektir. Bu zaruretin günlük emir meyanında hükmü tamamen tatbik edilinceye kadar tekrarı…” isteniyordu. Bu aradaki muazzam farka dikkat çeken Liman Van Sanders bile “…Askerlik ilminin icabı ve son sözü olarak, eğer düşman denizden taarruz etse boğazı aşacağını, karaya asker çıkartarak toprak üzerinde ilerleyişine devam ederse İstanbul’a erişeceğini kabul etmek gerekiyordu.”

O zamanki ordumuzun durumunu Liman Van Sanders, şöyle anlatmaktadır: “İstila ordusunun gerisinde bütün dünya kaynakları açık bulunduğu halde, Türkler harp malzemesi bulabilmek için İngilizlerden ganimet almayı bekliyorlardı. Kum torbaları çok azdı, kıtalara bu maksatla çuval gönderildiği zaman, askerler bunu elbiselerini yamamak için kullanıyorlardı.”

İngilizlerin Queen Elizabeth gemisi bordasındaki toplarla bir anda yaptığı atışla mermi ağırlığı 7.442 kilogram oluyordu. Buna karşı Türk Tabyalarından ise yarar gözüken Hamidiye Tabyası’ndan ateş eden topçularımızın toplam mermi ağırlığı ise bu süre içinde 800 kilogramdı.

İşin ilginç tarafı Osmanlı Genelkurmayı bile Çanakkale’ye güvenemiyordu. “Bu sebeple, olumsuz ihtimalde hesaba katılarak, başkentin geçici bir süre için Eskişehir’e nakli ciddi olarak düşünülmüş hatta Eskişehir’de resmi hizmetler için binalar bile kiralanmıştı.”

Peki, ARADAKİ BU MUAZZAM FARKA RAĞMEN bu beklenmeyen zafer nasıl kazanılmıştır. Bunu bize kim açıklayabilir veya BİZE ÇANAKKALEYİ KİM ANLATIR? Rakamlar bu olağanüstü zaferi bize anlatamaz, ama;

– Ey oğlum, gözümün nuru muradım, zabit efendiye selam söyle… Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail’sin. Sen orada şehit olacaksın İnşallah. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim, diyen ANA anlatır.

– Bomba Sırtı mevkiinde “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına dövüşüyor. İkinciler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler ise Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar” diyen M. Kemal anlatır.

– “Çanakkale Savaşının bütün şiddeti ile devam ettiği günlerden birindeyiz. Bir ara yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geri dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ızdırap okunuyordu. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar üzerinden aldığı bir isabetle tamamen kopacak hale gelmişti. Eli yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Sağ elindeki çakıyı bana uzatarak “Şunu kesiver komutanım”  dedi. Bu üç kelimelik cümle öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet içeriyordu ki, gayri ihtiyari çakıyı alarak derinin ucunda sallanan eli kolundan ayırdım. “Üzülme Ali Çavuş, Allah vücuduna sağlık versin” diye mırıldandım. Birden bire doğruldu ve sert bir hareketle kolunu fırlatıp attıktan sonra “Zararı yok. Millet sağ olsun. Bana bir kol da yeter” dedi ve süratle savaş alanına doğru uzaklaştı“ diyen 21.Piyade Alayı 1.Bölük komutanı Albay Saib Avcı anlatır.

-Evet insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar ayakta kalamaz. Sadece bu gün 1.800 şarapnel attık. Aylardan beri gemilerimiz gece–gündüz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri Cenab-ı Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir. Bizi Türklerin maddi gücü değil, manevi gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gökten inen güçleri müşahede ettik diyen General Hamilton anlatır.

– Hasan Mevkuf, Batarya Kumandanı iken bir kızı dünyaya gelir ve komutanının “Evlâdım, bir kızın dünyaya geldi; Allah bağışlasın, izinlisin. “Dediği halde. “Kumandanım! Vatan daha mukaddes, gidemem. Bildirebilirseniz, ismini Dîdar koysunlar!” diyen Yüzbaşı Hasan Bey anlatır.

– Gideceğim Çanakkale bayrağının altına gireceğim. Allah aşkına, vatan ve namus aşkına açılmış bayrağın altına“ diyen şehit Ahmet Rıfkı anlatır.

– Askerimizi anlatırken “Taş üzerinde yatıyor, güneşe, fırtınalara, soğuğa ve yağmura karşı korumasız çamur ve toz içinde günler geçiriyor, fakat dünyanın bütün vasıta ve imkânlarına sahip düşmanları ile aslanlar gibi dövüşüyordu. Arkalarında fakir bir vatan toprağı duran bu insanlar, savaş boyunca birer kahramandılar. Ölüme bu kadar gülerek giden başka bir millet yoktur. Allah adını, yürekten tekrarlayarak saldırganın üzerine atılıyorlardı” diyen Liman Von Sanders anlatır.

Evet, Çanakkale’nin üzerinden 102 yıl geçti ama bugün tüm İslam dünyası bir Çanakkale, bir Kerbela. Mazlumlarda değişmedi, zalimlerde.

Çanakkale bitmedi sadece nöbeti devralanlar değişti. Biz İman ediyoruz ki, Allah, yolunda mücadele edenlerin yanındadır.

Abid Yaşaroğlu

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
3709 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.