logo

Hakikat ve Evrene Dair Sorular ve İnanç-3

Hakikat ve Evrene Dair Sorular ve İnanç-3

Hakikat ve Evrene Dair Sorular ve İnanç-3

En çok güvenmek istediği insana aldanırmış yürek.

Tarih insâni olgunlaşma hikâyesini böyle yaşatmaya ya da yazdırmaya başlatırmış insana.

Ya yazan olursun ya da hazan!

Birinde hazanı yazar insan diğerinde yazanın hazan mevsimini yaşar yeryüzünde…

Sıcak mevsimlerin varlığı bile unutturmaz soğuk esintiyi. Enseden yalayıp geçen rüzgâr hem zaman hem de kahır olur hafızada. Çünkü yer etmeli uzak diyarın sâkini olan insanda. Yer etmeli ki gurbetin katıksız ve zoraki neticesi olmasın insan. Esnemesi bile direncini kaybettirmesin ve koyvermesin boşluğa kendisini.

Uyku ile uyanıklık arasında bile zılgıt yemişliği vardır insanın. Kâbus dolu mecralara atılırcasına/akıtılırcasına meyyaldir. Meylini istikâmete çevirmez ise vay hâline insanın.

Meylinin eğimi doğrultusunda zoraki ilerlemeyi maharet zannedenin kaybettiği bir dünyada yaşadığını gizliden gizliye hisseder insan.

Ama bu hissedenlerin aktarımları yok mu?

İşte bu aktarımların yürek dağlayıcı gerçeklerden dem vurması, uyurken bile uykudan uzak tutması en derin felsefi spekülasyonlara bile taş çıkartır.

Bütün çıplaklığıyla bilebilmek!

Eşyayı bütün çıplaklığıyla irdeleyebilmek!

Meselenin belki de en temel özü bu olsa gerek.

Bu çıplaklığa üryan hakikati mi demek lazım yoksa çıplak bakış mı bilemem ancak sancılı bir keşfin her şeyi her dâim değiştirme kudretinden olduğunu fark etmenin müthiş hazzı.

Ya fark edemeyenin kattığı ikinci ızdırap?

İki boyutlu acıya 3.boyut katan insan, zamanın seyyahı olarak aynı anda ne kadar kararlı ve sancılı kalabilir?

Acı ve kararlılık! İkisi aynı merkezde yer almasa vicdan olgunlaşabilir ve empati gerçekleştirilebilir miydi?

Ya gerçekten ve cidden acının sarsıcı kararlılığı olmasaydı?

İnsana tereddüt insanca olsa da yine de sorunlu değil miydi?

Tereddüdü acının kararlılığa dönüştürmesi nimet anlamına gelmez mi?

Her kapının şükre yöneltme çağrısı ne kadar da müthiş değil mi?

Dâvet edilmişliği eşyanın çıplak teninde yazılı aynı üç harfin bileşiminde görür olabilmek. Allah’ım ne muazzam ne muazzam!

Hep ‘BİR’, çok olanda ‘BİR’, az olanda ‘BİR’, sende ‘BİR’, bende ‘BİR’, bizde ‘BİR’, acıda ‘BİR’, tatlıda ‘BİR’ …

‘BİR’ olandan çokluğa varanın çokluğun aralanmış perdesinde gördüğü yine ‘BİR’.

Birlik ilkesi olmasaydı ne kaos olurdu ne de kosmos, ne varlık olurdu ne de yokluk, ne var olurdu ne de hiç.

Tenakuz ise var eden ile yok edenin ‘BİR’ olma özelliğine içkin bir hüviyet.

Her şeyin O ve ‘BİR’ ile yokluk sessizliğinden varlık kisvesine bürünmesi kimin HAK olduğunun en önemli tescili değil mi?

Acı olmadan tatlıyı, tatlı olmadan acıyı tecrübe edemiyor olmak çokluğa erişmenin bir latifesi ancak hem acının hem de tatlının mahiyet itibariyle aynîleşmesi ‘BİR’ olanın sırrına vâkıf olmak ile ilgili.

Olmak ve ölmek. Olmadan ölmek. Ermeden erimek. Olmak ve ölmek bile ‘BİR’ ile mümkün. ‘Olmadan ölmeyiniz’ diyenin mesajı ne kadar da sağlam. Her ne kadar olmadan ölenler olsa da var olmanın en sahih yolu olabilmekten geçer. Olanın ölse de ölümsüzler arasına gireceği bir sahnenin kendisi bile ulvîleşir.

En yüce olan Azîmüşşânın ‘BİR’lik hakikatini çoklukta da müşahede edebilen ermişlerden olmamız temennisiyle iyi ki varız.

Çünkü acısıyla tatlısıyla varlık/evren neticede iyilik hâlidir.

En olgun insan ise bu iyilik haliyle var edilen evrene elveda diyebilendir.

Elveda!

Yakup Bayakır

Etiketler: » » » » » » »
2485 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.