logo

İhanetçiler ve Emperyalizmin Planları

İhanetçiler ve Emperyalizmin Planları

İhanetçiler ve Emperyalizmin Planları

Geçtiğimiz ayın konusu hemşehrimiz Abdülhamid Han idi. TRT 1’de yayınlanan diziden dolayı bu konuda farklı bir isimle devam etmek istiyorum. Dizide Abdülhamid’in karşısında, dış güçlerle işbirliği içinde yer alan en önemli isim olarak Mahmut Paşa, tam adıyla Mahmut Celaleddin Paşa yer almaktadır. Peki, gerçekler böyle midir?

Buyurun döneme geri dönelim. Bahriye Nazırı Damat Halil Paşa’nın oğlu olup 1855’te İstanbul’da doğan Mahmut Celaleddin Konsolosluk, valilik gibi çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1876’da Abdülhamid’in büyük hemşiresi Seniha Sultan ile evlendi. Osmanlı Hanedanına damat olarak katıldı. Abdülhamid, Damat Mahmut Paşa’yı Adliye Nazırı olarak görev verdi. Paşa aynı zamanda Sarayda Padişahın özel müşavirlik görevini de üstlenmiştir. Ancak Paşa bu görevde iken, Osmanlı’nın tek mason padişahı olan 5.Murat’ı yeniden tahta çıkarmak isteyen Skelyeri-Aziz Bey Komitesi ile alakası olduğu iddiası ile görevinden alınır. Bu tarihten itibaren paşa resmi görevler almasa da Abdülhamid’e mali konularda danışmanlık yapmaktadır. Hatta bu konuda padişaha yazılmış mektupları vardır. Bu bapta dönemin en önemli projesi olan Bağdat Demiryolu İhalesi’nin İngilizlerin ortaklığı olduğu bir şirkete verilmesine aracılık etmek istedi. Abdülhamid projeyi Almanlara vererek denge politikası oluşturmak ve İngilizleri, bir petrol denizi olduğu anlaşılan Ortadoğu Coğrafyasından uzak tutmak istiyordu. Mahmut Celaleddin ise bu projenin İngilizlere verilmesinden yanadır. Çünkü paşa ve oğlu Sabahattin (ki bu kişinin ve çevresinin etkisi uzun süre hatta Cumhuriyet döneminde de devam edecektir) İflah olmaz İngilizcilerdir. Bu konuda yazdığı mektubunda meselenin mali boyutundan çok uluslararası politik duruma ve İngiltere’nin gücüne dikkat çekmektedir. Bazı şehir efsaneleri ise İngilizlerden yüklüce bir hediye aldığını iddia ederler. İhalenin Almanlara verilmesi Paşa’nın öfke ve kırgınlığını arttırır. Üstelik Abdülhamid gönderdiği haberde, Paşaya “Yıllardan beri idari işlerden uzak bulunduğu için, bugünkü siyasi işlerden anlamazlar. Onun için evlerinde otursunlar ve bir daha benim işlerime karışmasınlar” demektedir. Paşa’nın Jön Türklüğü de bu konu ile ilgilidir. Sina Akşi’nin deyişi ile “İngiliz burjuvasının desteklediği Paşa Bağdat Demiryolu İhalesinin Almanlara verilmesine sinirlenip Jön Türk olmaya karar verir” ve 1899’da iki oğlu Lütfullah Bey ve Prens Sabahattin’le birlikte Avrupa’ya kaçar ya da kaçırılır. Jön Türk hareketine katılan paşa, basın yoluyla Abdülhamid’e karşı beyannameler yayınlar. Bunlardan birinde şöyle diyordu “..Osmanlı saltanatını yıkıyor, harap ediyorsunuz. Yurdumuzda yapılan bütün cinayetlerle çeşitli fenalıklara sebep oluyorsunuz… Muhtelif bankalara namınıza yatırdığınız milyonlarca altınlar, menfaatinize hizmet edenlere ihsan suretiyle dağıttığınız milyonlarca para ile Osmanlı Devleti şimdi kuvvetli bir donanmaya malik olabilirdi.”

Paşa ve ondan daha aktif biri olan oğlu Sebahattin faaliyetlere girişir ve 1902 Avrupa Jön Türk Kongresi toplanır. Kongrenin Fahri Reisliği Damat Mahmut Paşa’ya verildi. Kongrenin resmi adı I.Osmanlı Liberalleri Kongresidir. Kongre’nin başkanlığını Sabahattin yürütür ve Sathas isimli bir Rumla, Sissina isimli Bir Ermeni de onun yardımcılığını yapar. Bu paylaşım bile Prens(!)in müttefiklerini göstermektedir. Kongre çok tartışmalı geçer ancak sonunda Sabahattin ve Ahmet Rıza çevresi bir antlaşmaya varamaz. Çünkü bir darbe hazırlığı içinde olan Jön Türkler’in eylem planları farklıdır. Sabahattin’e göre birinci olarak yalnız propaganda ve yayınla inkılap yapılamaz; dolayısıyla askeri kuvvetlerin de ihtilal harekâtına katılmalarını sağlamaya çalışmalıdır. İkinci olarak da “menfaati menfaatimize uygun… Hür ve demokratik ülkelerle işbirliğinden” bahseder. Bu ülkeler İngiltere ve Fransa’dır tabiki. Daha ziyade bürokratlara dayanan Ahmet Rıza çevresi için hürriyetin ilanında yabancı müdahalesine karşıdırlar. Bunun üzerine Sabahattin’in önderliğinde Teşebbüsi Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti kurulur. Bu yapıyı Sabahattin şöyle anlatıyor: “Biz memleketimizde bir ihtilal yapmak amacıyla toplanmış bulunuyoruz. Fakat içeride ihtilal çıkarmayı başardığımız takdirde bu hareketin iyi şekilde sonuçlanacağı kesin değildir. Kargaşalık sırasında herhangi yabancı bir hükümetin kendi çıkarı adına, işlerimize müdahale etmesi muhtemeldir. İşte biz bu müdahaleyi önlemek için çıkarı çıkarımıza uygun bir hükümetle daha önceden anlaşmış olmalıyız. Yani içeride bir hareket oluşturduğumuz zaman bundan yararlanmak emeline düşecek hükümetlerin müdahalesini bertaraf edecek hür ve demokrat hükümetlerle şimdiden uyuşmalıyız ve bundan sonra ihtilal harekâtına düşmeliyiz.”

Açıkça İngilizci fikirlerin sözcülüğünü yapan Sabahattin’in şu sözleri tarihe ve kültürel/dini mirasa bakışını net olarak göstermektedir: “Medeniyet-i garbiye ile münasebete giriştiğimizden beri memleketimizde bir intibah-i fikri gözüküyor, bu münasebetten evvel cemiyetimiz bir hayat-i fikri ihtiva etmiyordu.”

Mahmut Paşa Brüksel’de 17 Ocak 1903’te vefat etti. Prens Sabahattin ve kardeşi cenazenin İstanbul’a gönderilmesine karşı çıktılar. Paris’e defnedilen paşanın naaşı 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine büyük bir törenle İstanbul’a getirildi. Eyüp’te babasının mezarının da bulunduğu aile türbesine defnedildi. Ancak oğlu Sabahattin’e iki fikri miras bıraktı; İngiliz işbirliği ve Abdülhamid düşmanlığı. Sabahattin, cemiyeti kurduktan sonra Terakki Gazetesi ile düzenli yayına başlayarak fikirlerini yaymaya çalışır. Abdülhamid’e muhalefet adı altında azınlıklarla ve darbe hazırlığı içinde olan diğer gruplarla sürekli toplantılar yapar. Bu süreç içerisinde, sömürgeci yapılanmanın oluşturulabilmesi için çeşitli işbirliklerine ihtiyaç olmuştur. Ve Sabahattin hiç çekinmeden, Ermenilerle, Rumlarla, Müslüman olmayan burjuvaziyle ittifak yapılmasını savunmuştur.

1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Sabahhattin Osmanlı topraklarına geri döner ancak Yurt dışında İngiliz çıkarları adına Abdülhamid’e karşı siyasal bir mücadele yü­rüten, İngiliz çıkarları doğrultusunda ülkenin geleceğini planlamaya çalışan Prens Sabahattin’in karşısında, Almanlara daha yakın duran İttihatçıların bulunması, onun için kabul edile­mez bir durum olmuştur. Prens Sabahattin Türkiye için İngiliz yanlısı bir siyaseti hayata geçirmek istemekte, Ahrar Fırkası’nı kurar. Ahrar Partisi, kapitülasyonların kaldırılmasını reddedecek kadar işbirlikçidir. Ahrar Fırkası’nın programını Leh asıllı bir Fransız olan Kont Leon Ostrorog hazırlamış ve İngilizler de desteklenmiştir. Hatta bu parti açıkça İngiliz mandacılığını savunmuştur. Parti kurulup ardından harıl harıl çalışmalar başlatılır. Ertan Eğribel, “Prens Sabahattin ve Anglo-Saksonların Üstünlüğü Savunuculu­ğu” makalesinde konuyu adeta özetlemektedir. “Prens Sabahattin 1918’de, İngiltere’nin Osmanlı’yı işgali ile siyasal düşünceleri doğrultusundaki “bilimsel” programını uygulama olanağına kavuşmuştur. Onun siyasal tercihi baştan beri, Osmanlı’yı İngiltere’ye bağlamak ve İngiliz mandası yapmaktır. Sadece siyaseten İngiltere’ye bağlanmak da, Prens Sabahattin’in sos­yoloji anlayışında, sorunları çözmeye yetmemektedir. Onun toplumsal yapıdan kaynaklı olarak gördüğü sorunlar konusunda öne sürdüğü radikal çözüm önerisi, toplumsal yapıyı İngiliz toplum yapısına benzetmekten geçmektedir. İngiltere üstünlüğünün gündeme gelişi siyasi tartışmaların ötesinde, belirli bir toplum mode­linin övgüsüne dayanmaktadır.”

Dedik ya Sebahattin müfrit bir Abdülhamit karşıtıdır. Oysa “İttihatçılar 23 Temmuz’u başarmış oluyorlar ama 23 Temmuz’dan sonra hükümet üzerinde etkili değiller. Hükümeti kuran Sait Paşa, o düşüyor peşinden Kamil Paşa, o gidiyor peşinden bilmem ne paşa. Bunların hepsi, Sultan Abdülhamid döneminin siyaset adamları. Yani içlerinde İttihatçı denilebilecek nadir belki birkaç kişi var. Hâlbuki İttihatçıların bütün iddiası bunlar enerjilerini kaybetmiş yaşlı insanlardır, bunları atalım yerlerine genç, diri, savaşçı bir Osmanlı Hükümeti kuralım, kurtuluruz diyorlardı ama Meşrutiyetin ilanından sonra hiç böyle bir şey olmadı. ”Bu durum, Ahrar Fırkası tarafından şiddetle eleştirildi. Ahrar Fırkası İttihat Terakki’nin aksine II. Abdülhamid ve kadrolarından hemen kurtulmayı istiyordu. Orhan Koloğlu İttihat Terakki’nin Ahrar Fırkası’na göre daha gerçekçi olduğu görüşünde: “Abdülhamid’in tamamen dışlanmasını isteyen asıl Prens Sabahattin başkanlığındaki Ahrar Partisi. Ne istiyorlar? Daha meşrutiyet ilan edilir edilmez, daha iktidarı dahi eline geçirememişken Abdülhamid’in ve bütün yandaşlarının tasfiyesini istiyor, bütün devlet kadrolarının. Bu nedenle Abdülhamid’in gitmesi için yeni planlar gündeme sokulmalı. Oysa Hüseyin Cahit’in hatıralarında geçtiği gibi Abdülhamid’in popülerliği artmaktadır. Hepsi Cemiyet kadrolarından seçilen Milletvekilleri Padişah’ın etrafında toplanınca İttihat Terakki’nin önde gelen isimleri bu durumdan hiç hoşlanmadı. “Meclisin açıldığı günlerde Abdülhamid Meclis-i Mebusan üyelerine bir resepsiyon verdi. Yıldız Sarayı’nda ve bu resepsiyonda İttihat ve Terakki’nin taşradan gelmiş terr-ü taze mebusları Padişahın etrafında adeta pervane gibi döndüler, saygı gösterme yarışına giriştiler, hatta etek öpmek gibi, o zamanın adabı içerisinde hiç de ayıp sayılacak bir şey değildi, etek öpmeye teşebbüs edenler oldu ve şöyle seslerin işitildiği söyleniyor: Padişahım sizi bize yanlış göstermişler, sizi bize yanlış anlatmışlar, siz ne kadar saygıdeğer bir figürsünüz manasında. Bu tabii Cemiyet’in ileri gelenlerinin asla hazmedemeyeceği ve biz bu inkılâbı niye yaptık, bu kadar riske niye girdik diye adeta saçlarını, sakallarını yolacağı bir durum.”

Yaklaşan ve beklenen bir dünya savaşında Abdülhamid gibi bir siyaset kurdunun Osmanlı tahtında kalması düşünülemez ve İngilizler tarafından 31 Mart planlanır. Bu organizasyonda iki İngiliz maşası Prens Sabahattin ve Derviş Vahdeti kullanılır. İsyanın sonunda isyanla hiçbir ilgisi olamayan koca Sultan tahttan indirilir ve petrol bölgeleri emperyalizmin saldırısına açık hale getirilir.

31 Mart Vakası’nın arkasında İngiltere’yi arayanlar hep oldu. Ama bu hiçbir zaman tam olarak kanıtlanamadı. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci, bu ilişkiyi kuruyor ama bunu İngiltere devletine değil, İstanbul’daki büyükelçilikte görevli bir personele bağlıyor: “Hareketin teşekkülünde İngiliz parmağından bahsedilir. İngiliz parmağı var hakikaten ama İngiltere’nin parmağı değil bu İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni yüzde 50 Mason ve yüzde 50 Yahudi hareketi olarak gören İngiliz Elçiliği’nin Baş Tercümanı Fitch Morris’in şahsen 31 Mart’ı desteklediği veya 31 Mart’ı yapan insanların yanında yer aldığına dair işaretler var.

İsyan çıkınca “İşte biz durur durur da meydan-ı siyasiyeye böyle atılırız” diyen Prens belki de taht rüyaları görüyordu. Ancak anlamadığı o İngiltere için bir ortak değil kullanılan bir figürdür sadece. Amaç Abdülhamid’i tahttan indirmektir. Bu nedenle isyan sırasında kendi adamlarını satar, isyan bastırılır ve zavallı sultan tahttan indirilir. Yani amaç gerçekleştirilir.

Sabahattin artık etkili bir eleman değildir ve 1948 yılında İsviçre’nin Neuchatel kentinde ölür. 69. yaşındadır ve de pek fakir düşmüştür. Cenazesi, 1952 yılında Türkiye’ye getirildi; İstanbul’un Eyüp semtinde babasının ve dedesinin mezarlarının bulunduğu Halil Rıfat Paşa Türbesi’ne defnedilir.

Ancak o olmasa bile ekibi Türkiye üzerinde etkili olmaya devam ederler. İngilizlerin pek sevdiği Adem-i Merkeziyetçilik fikrini savunan bazı bilim adamları dışında Sebahattin’in en önemli Tilmizi, Katibi, İngilizlerin Honorary Officer of British Empire nişanı verdiği Satvet Lütfi Tozan’dır. Başka nişanları alanlar olsa da bu son 50 yılda Satvet Lütfi Tozan dışında hiçbir Türk’e verilmedi. Tozan 1960 darbesinde darbecilerle İngiltere’nin arasındaki irtibat noktası idi. Yani üstadının yolundan yürümeye devam etti.

Abid Yaşaroğlu

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
3007 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.