logo

İşveren ve İşçi Hakları

İşveren ve İşçi Hakları

Azizi okuyucularım, toplumumuzda çalışan insanları ikiye ayırmaktayız:

a)  İşveren olarak çalışanlar

b)  İşçi olarak çalışanlar

Bunların her ikisi de çalışmaktadır.

İşveren; işin maddi, manevi bütün risklerini düşünerek kârını-zararını hesap ederek canla başla gayret eden işveren veya müessese olarak karşımıza çıkar.

İşçi ise, böyle geniş bir mesuliyet hissi taşımayan fakat çalıştığı işin fiili mesuliyetini yüklenip, işin ağırlığını taşıyarak çalışan şahıs veya şahıslardır. Tabir-i caizse bir vücut gibi aynen; can-ruh, akıl işveren, beden ve kuvvet işçi adeta. Bunların biri olmazsa, toplumun müesseselerinin yaşaması mümkün değildir.

Günümüzde ise belli ideoloji ve muayyen cereyanlar vardır. Bu iki grubu kamplara ayırıp birbirine düşürmektedirler. Bunların bir kısmı sadece işveren tarafını tutar, kapital sahibi yanında yer alır.

Diğeri ise işçiden taraf olup daima işçinin hakkını koruyup onun menfaatini gözetir gibi gözükür.

İşte bu görüş ve yer almalar birer beşeri sistem olup (işin içinde maneviyat ve mesuliyet hissi olmayınca) ortamda huzursuzluk meydana gelir, kimse hakkına razı olmaz.

Öyle ise, akla şöyle bir sual gelir. İlahi bir sistem olan İslam’ın bu hususta görüşü nedir: İslam, ne işvereni nede işçiyi bünyesinden uzak görür. İkisini bir bütün görür ve böyle kabul eder. Yani bedenle ruh-can gibi veya elma ve tadı gibi. Her ikisi de İslami bünyenin uzuvları ve vazgeçilmez unsurlarıdır.

Öyle ise şöyle diyebiliriz. İslam hem işverenin yanında hem de işçinin yanındadır. Her ikisinin de hakkını korumak ister. İki tarafında gadre uğramamasını, taraflardan hiç birinin diğerini aldatmamasını arzu eder.

İslam’ın kıyamete kadar koyduğu kaide Peygamber (s.a.v.)’in lisanîyle şudur: “Aldatan bizden değildir”( Müslim, Îmân 164, Fiten 16)

Bu hüküm tek taraf için söz konusu olamaz. Her iki taraf birbirine haksızlık edip aldatamaz.

İşveren ve işçi bir araya gelip, iyi niyetle, samimiyetle, düşüncelerini ve isteklerini ortaya koyar konuşarak anlaşırlar.

Ne işveren çalıştığı işçiyi aldatmayı düşünür. Ne de işçi hak etmediği ücreti talep eder.

İslam’da muayyen kesin bir ücret nisbeti yoktur. Ücretler daima geçicidir. Muhitin şartlarına göre değişir. Köyde farklıdır, kentte farklıdır. Kişinin-ailenin geçimini rahat sağlayacak kadar olmalı, sigortası da yatırılmalıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Çalıştırdığınız işçiye teri kurumadan hakkı olan ücretini verin”(İbn Mace) buyurarak işçi haklarına dikkatimizi çekerek işvereni ikaz eder.

İşçi de çalıştığı müesseseyi kendi işiymiş gibi görüp parmağını taşın altına koymalı ki kazancı helal olsun.

Atalarımız: Helal rızıkla beslenen çocuk, büyüyünce evliya olur. Haramla beslenen çocuk, büyüyünce eşkıya olur.

Şöyle de denilmiştir. “Helal Zâde barıştırır. Haram Zâde dövüştürür.”

Rızık hususunda şu da çok manidardır: “Yılana bal yedirseniz o yine zehir kusar.Arıya zehir yedirseniz o size bal yapar.”

Tavuğun altına bıldırcın yumurtası koysanız büyür yine ormana uçar. Ördeğin yumurtasını koysanız büyür yine havuza atlar. Yani herkes fıtratına göre hareket eder.

* Sonuna kadar ümit, durmadan çalışmak, daima tevekkül ve teenni-sabır, işte sana başarı.

Son Söz: Hakkımız varken aramamakta suçlardan bir suçtur.

Selam Hüda’ya tabii olanların üzerine olsun.

Muzaffer COŞKUN

Etiketler: » » » » » » » » » »
2015 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.