logo

Ölü-mü Taşıyan Şehirler

Ölü-mü Taşıyan Şehirler

Ölü-mü Taşıyan Şehirler

Ölümü Taşıyan Şehirler

Şehrin damarlarında yaşarız her birimiz. Kimimiz atardamar gibidir, kimisi toplardamar. Kimisinden kan çıkmaz, kimisinde kan durmaz. Şehir, insanın kanında gezer. Diriler ölülere, ölüler dirilere hizmet eder.

Şehrin insanı merhameti, ölülerden öğrenir ve ölülere merhamet eder. Ölüler çıktımı evlerden kavgalar biter bir vakte kadar. Herkes nasıl bilirsiniz sorusuna iyi biliriz diyecek kadar merhametlidir. Çünkü bizim şehirlerimizde ölüye merhamet adettendir.

Ölüler içer ellerimizden beka iksirini. Şehirler ölülere bile dar gelir. Ve çocukları taşır her birini üşenmeden geldikleri topraklara. Diri olarak geldiğimiz şehirlerde ölür ve yeniden dirileceğimiz gün için köylerimize döneriz. Damarlarımızın içinde bakir kalan duygular neden özlem duyduğunu bir türlü tarif edemez kerpiçten damların dibine gömülmeyi. Aklı yoktur ölümün, tarifi yoktur yüzlerce km taşınıp Anadolu’nun bağrına gömülüşün. Adettendir işte diriliğin muteber olmadığı şehirlerden ölüleri kaçırmak.

Bu topraklarda en büyük vasiyettir büyük şehirlerden öldükten sonra arınmak için Anadolu’ya gömülmek. Ve bir şeyler bıraktıktan sonra ölmek arzusu içindedir Anadolu insanı. “Üst üste yığıp” büyük ceht ve mücadele içinde edindiklerini hiç bozmadan bırakıp gitmek en büyük özlemlerindendir. Veremeden, satamadan, bozamadan, el sürmeden bırakıp gitmek. Çok garip değil mi? Yemeden ve yedirmeden terk etmek dünyayı.

Garip bir hayatı yaşıyoruz biz, hem de garip bir şekilde kalabalıklar içinde yapayalnız.

Ölüme olan uzaklığımız köyümüze olan yakınlığımız gibidir. Birine yaklaştıkça diğerinden uzaklaşıyoruz. Bizim topraklarda herkes Müslüman’dır. Ne var ki hiç kimse babalarından kalan toprakları kurana/kitaba göre pay etmez. Kitabına uydurur…

Ve insan dirilerden çok ölülere hizmet eder bu topraklarda.

Ölülere okunur bu topraklarda kuran, dirilerden daha ziyade.

Biz Anadolu’dan kaçar gibi sığındığımız şehirlerden çok az nasiplenerek dönüyoruz gerisin geri. İyi ki bir yerden bir yere gitmek var. Ve iyi ki her şeyin inceden inceye kayıt altına alındığı defter var. “Vay o defteri solundan verilen, ne mutludur o defteri sağından verilen.” Hepsi bu değil mi ki. Ha Taşra’da ha Nirvana’da. Ha mermerden sütun dursun başında ha bir papatya. Sol ve sağ tarafta kayıt altında ise ne çıkar nereye gömülmüş olmandan. Yedisinde bol ikram, kırkında onlarca hatim. Sene-i devriyesinde hatırlansan ne olur, defter kapandıktan sonra.

Bu topraklarda her şey değişmiştir. Delikanlılık zayıfa, iyilik ve şefkat zengine, hürmet ve ihtimam güçlüye, borç vermek geri alınabileceklere, sadaka ve iyilik makbuz kesen STK’lara verilir. Bu ülkede düşkün ve zayıfın, güçlü ve zenginin cenazesi bile ayrıdır. Bu ülkede en çok zenginin düğününe gidilir. Zengin ve makam sahibi insanların yanında poz verilir. Üst üste yığıp dururuz, vermemek için kırk dereden su getiririz.

Bizler -Anadolu İnsanı- emanet olarak geldiğimiz bu şehirlerden, tırnaklarımızla biriktirdiklerimizi bırakıp, bir otobüsün altına konan çivili tabutun içinde Anadolu’nun bağrına gömülmek için gerisin geri gideriz. Üstümüzde çocuklarımız; yerimizi pay etmenin telaşında, pervasız dedikodular eşliğinde kulakları sağır eden uğultular içinde…

Ne garip değil mi?

Yaşamak için geldiğimiz şehirlerden “ölüler” olarak gerisin geri gitmek…

Fatih Alim Daşpınar

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
1757 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.