Son Dakika
Biz istesek de istemesek de “değişim-gelişim ve dönüşüm süreci“ kaçınılmaz bir şekilde varlığını sürdürüyor. Kontrolü elinde tutabilen sistemler “bu süreci insanlık için” kullanırlar. Tutamayanlar akıntıya kürek sallarlar.
İnsan toplumları; tarih öncesi devirlerden bugüne dek sosyal hayatın her alanında “değişim ve gelişimi sürecini” yaşamaktadır. Nasıl ki yağmurun yağışı engellenemiyorsa, sosyal değişimler de engellenemez. Değişim ve gelişim sürecini, bireyden tutunda, toplumun her zerresine varıncaya kadar varlığını sürdürüyor. Toplumların kimlikleri, kültürleri tarihi süreç içerisinde yeni biçimler ve içerikler kazanmakla yetinmezler. Sürekli yenilenerek belirli bir durumdan başka bir yeni duruma geçmesiyle “toplumsal değişimi” meydana getirirler.
Allah-u Teâlâ yarattığı her varlığı mutlak bir düzen, bir ahenk içerisinde “değişime ve gelişime” tabi tutmuştur. Yer küresinde yeri ve zamanı geldiğinde tabiat kabuk değiştiriyor, canlanıyor, yeşeriyor, sararıyor ve ölüyor.
İnsanlar da tıpkı tabiat gibi belli bir program dâhilinde doğuyorlar, büyüyorlar ve yenileniyorlar. Daha sonra da ölüyorlar tabi. Bu nedenle bütün varlıklar sürekli olarak bir halden bir hale geçmekte ve bu değişim denen “ilâhi süreç” gerçekleşiyor. Bu olguyu Yunus Emre; ”Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası…” mesajıyla dile getiriyor.
“Değişim ve gelişimden” bahsederken üzerine vurgu yapmaya çalıştığımız detay; “Bireysel değişim olmadan toplumsal değişme olmaz” ilkesini ortaya koymaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, Ra’d suresinin 11. Ayetinde; “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onlarda bulunanı değiştirmez” buyuruyor. Yüce dinimiz bu ayeti kerimenin içeriğinde bireysel, sosyal ve toplumsal değişmeyi kullarına emrediyor. Bununla beraber, bireylerin değişime ve gelişime hazırlanmadan önce, “inancının, kişiliğinin ve özünün korunmasını” vurguluyor. Değişim ve gelişim kaçınılmaz ama tedbir ve hazırlık olmadan yapılan değişimler, çoğu zaman yarardan çok, zararlı olabileceği de unutulmamalıdır.
Çıkarlarına ters düşenlerin değişime direnmeleri doğal bir reaksiyondur. Çünkü ellerinde ki imkânların alınması haliyle savunma mekanizmalarını devreye sokuyor. Dünyada değişim rüzgârları eserken Türkiye hâlâ değişim sancıları yaşıyor. Toplumun çeşitli kesimlerinin artan değişim taleplerine rağmen, ülkemizde “yapısal reformlar hâlâ yapılamıyor ve değişim projeleri bir türlü gerçekleştirilemiyor.” Değişim trendine karşı olmayı sürdüren kesimlerden başta gelen “eski devletçilik anlayışına sahip” sözüm ona, “Sosyal demokratlar “ ve “değişim Hipokratları” birinci sırada yer alarak tepkilerini pervasızca sergilemeye devam ediyorlar… Aslında değişime karşı çıkanlar, değişimden değil de kaybetmekten korkuyorlar. Bu korku onları saldırganlığa ve gözü dönmüşlüğe kadar götürebiliyor.
Evet, esas anlatmak istediğimizi şimdi biraz daha somutlaştırabiliriz.
Bizler, değişeceğiz, gelişeceğiz, dönüşeceğiz ama “kişiliğimizi ve kimliğimizi değiştirmeden” bunu yapmak durumundayız. Aslımızı, özümüzü muhafaza ederek ve duruşumuzu ortaya koyarak bunu yapacağız.
Sosyal, kültürel ve siyasal anlamda her çeşit değişiklik bizim inancımızın gereğidir. Bizim inancımız; “her günü eşit olan aldanmıştır” hükmünü ortaya koyuyor.
İşte bu duruş; “İyi insan, iyi vatandaş ve iyi bir Müslüman” olmanın gereğidir.
Bugün ülkemizde yaşayan “bireylerin ve ideolojilerin” geldiği noktaya bakacak olursak; “İdeal” noktasında hangi duruş hangi hareket yerinde duruyor?
“Değişeceğiz ve gelişeceğiz” diye renkten renge, kılıktan kılığa giren insanlarımızın hali yürekler acısı!
“Değişeceğiz, gelişeceğiz, dönüşeceğiz” diye ne durumlara düştük?
“Emperyalist sisteminin dünyevilik akımı” herkesi esir almış durumda. Eskiden solcu kesimin, ülkücü kesimin ve İslami kesimin bir ideali ve hedefi vardı. Bu uğurda büyük bedeller ödediler; ihtilallere maruz kaldılar, hapsedildiler ve öldürüldüler.
Ne için? “İdealleri için”
Şimdi ise; “Çıkar, şöhret, konfor ve rahat yaşamak” her şeyin önüne geçti.
Mustafa K. TOPALOĞLU
Araştırmacı-Eğitimci
Yorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER