logo

Tanzim Satışları ve Gıda Zehirlenmesi

Tanzim Satışları ve Gıda Zehirlenmesi

Tanzim Satışları ve Gıda Zehirlenmesi

Ülkemizdeki birçok insan her alanda olduğu gibi meselelere siyaset eksenli bakıp ona göre yorum geliştirmekte böylece farkında olmadan hakikatleri ıskalamaktadır.

Yıllardır yapılan her seçim halk kitleleri arasında en yakın daireden başlamak suretiyle gerilim ve polemik üretmekte, baba ile oğul, karı ile koca arasını açacak kadar halkın gündemine oturmaktadır. İlişkiler siyasi tercihlerin izdüşümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Akraba yakınlıkları, eş dost ilişkileri büyük oranla siyaset yakınlığına bağlı yürümekte.

Son birkaç aydır sabah akşam gündemimizi meşgul eden gıda pahalılıkları asli mecrasından uzaklaştırılıp kolay olan alana, yani siyasi polemik sahasına çekilmiştir.

Muhalefete göre pahalılık hükümetin suçudur. Hükümete göre; stokçular, marketler, halciler suçludur hatta bu seçim öncesi mevcut durum iktidarın başarısızlığı için bir komplodur.

Gönül rahatlığıyla iki tarafında konuyu saptırıp seçim kazanmak için birbirine farklı argümanları koz olarak kullanmaya çalıştığını söyleyebilirim. İki tarafta ama bilerek ama bilmeyerek eksik ve yanlı konuşmakta meseleyi seçim yatırımına dönüştürmektedir. Buna bağlı olarak ta tanzim satış noktaları tesis edilmiş halkın daha ucuza ürün alması hedeflenerek yüzlerce insan bir kg sebze ve meyveyi daha ucuza alabilmek için kuyruklara sokulmuştur. İşin bu tarafına yorum yapmak bile içimi sızlatır ve yapmamayı tercih ederim. Neresinden bakarsanız bakın trajedidir.

Gıdanın asli unsurlara bağlı olarak neden bu halde olduğundan kısaca bahsedecek olursak Türkiye’de ciddi rekolte ve üretim sorunu mevcuttur. Çok ciddi ovalara sahip olduğu halde temel gıda da rekolte sorunu yaşayan ülkemizin ana sorunu gıdanın devlet tarafından planlanmamasıdır. Her yıl ortalama üç milyon ton buğday alan bir ülke olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Mercimek, nohut, fasulye, et ve daha onlarca ana kalem ürünü ithal eden ülke olduğumuzu kabullenmemiz gerekiyor. Yıllardır soğan ve patates rekoltesini ayarlayamadığımızdan (bunu devlet çiftçiyi yöne-l-terek çok rahat başarır) her yıl bir ürün eksik olurken diğer ürün tarlada çürümektedir. Türkiye seracılığa endeksli gıda üretimi yapılan ülke haline getirilmiştir. Buda; gıda/tohum/ilaç baronlarının kucağına oturmak anlamına gelir. Sera işleten (yapmadığım bir o kalmıştı) birisi olarak söylüyorum; tohumu ve ilacı satan şebeke ardından hastalık yayıp çiftçiyi o hastalığın bertarafı için kendi sattığı panzehire mahkûm ederek istediği gibi üretimle ve maliyetlerle oynamaktadır.

Son zamanlardaki meselenin özeti; dolarla girdilerin artmasıyla, hammadde ve lojistik maliyetlerindeki yüksekliğinde eklenmesiyle doğal olarak ürünlerin fiyatını artırmıştır. Birde yıllardır çözülemeyen mustahsil/hal/kira/vergi/satıcı/tüketici arasındaki zincirleme paydaş sayısıda eklenince sonuç kaçınılmaz oluyor. Mustahsil mamule emeğini, tohumunu, ilacını, işçisini, ambalajını ekleyip hale getiriyor ürünü bir değere satıyor. Hal giriş çıkış parası ve komisyoncudan kira alıyor. Komisyoncu %8 ortalama komisyonla müstahsilden ürünü satın alıyor. Kamyona yükleyip büyük şehirlere gönderiyor. Yine aynı şekilde hale giriş parası ve halcinin/komisyoncunun %8 komisyonuyla ürün pazarcı ya da marketçilere satılıyor. Pazarcı ürüne kg/1 TL gibi bir fiyat koyuyor ve ürün fiyatı gündemimize oturuyor. Süreci bu şekilde irdelediğimizde satış mantığının çokta anormal olmadığını görmüş olacağız. Basit bir mantıkla hesap yapın herhangi bir ürünün Antalya’dan çıkıp bayram paşa haline gelmesi sadece nakliye bedeli olarak kg/1TL civarındadır.
 

Piyasa her zaman arz talep dengesiyle şekillenir. Ürün çok ise fiyat düşer, ürün az ise yükselir. Birde yan girdileri ekledik mi ne yaparsanız yapın düşeceği yer bellidir. Meselenin özüne inmek yerine kayıkçı kavgasına döndürmek bizim ruh yapımıza uygun olsa da meseleyi asla kökten çözmeyecektir.

Devletimiz öncelikle tohum baronlarının ürünlerine mahkûm edilen üreticiyi bu darboğazdan kurtarmak zorundadır. Yerli tohumlara geçilmeli ve üretim için seferberlik ilan edilmelidir. İthal ürünlere kota konmalıdır. Hayvancılık ivedilikle teşvik edilmelidir. Obazite olma yolunda hızla ilerleyen halkımızın da yemesine içmesine dikkat etmesi, her mevsim her şeyi ve günde üç öğün yeme hastalığından kurtulması gerekmektedir. Aksi takdirde kayıkçı kavgasıyla uğraşırken aslında üzerimize gelen tusinamiyi görme şansımızı kaybetmiş olacağız.

Bütün bu olup biten hakikatler karşısında bizler tercihlerimize saygı duymak yerine kavga etmeye yönelirken, ülkemizde herkesi yakından ilgilendiren yakın tarihin ensesinde duran sorunlar kartopu halinde üzerimize doğru hızla yuvarlanıp gelmektedir. Ancak vatandaşımız sanal kavgalar yüzünden gerçek kavgalardan fersah fersah uzakta duruyor.

Dünya büyük bir gıda zehirlenmesi ile karşı karşıyadır. Bir taraftan zararlı; hibrit, gdo, transgenik ürünler sofralarımıza servis edilirken, diğer taraftan yerli endemik ürünlerimiz tarihin çöplüğüne atılmaktadır. Aslında bu güzide ürünlerimiz gıda teröristleri tarafından çalınıp stoklanmaktadır.

Köylerimiz boşaltılmakta ekim,dikim bitmekte, şehirler köylere döndürülmektedir. Diğer taraftan kasabalara zincir marketler açtırılıp köylünün endüstriyel yoğurt, pastörize süt, lamba altında yumurtlayan tavuk yumurtaları ve otuz günde büyüyen tavuklar yemeleri sağlanmaktadır.

Sonuç; kırk milyon hapla yaşayan, cebinde drajelerle gezen ve ilerleyen yıllarda bu sayının çok daha vahim boyutlara ulaşacağı insan toplulukları üretmek. İnsanların mal ve can güvenliği anayasa tarafından güvence altına alınmıştır. Hal böyle iken gıda adı altında üretilen zehirli yiyecekler yüzünden nesillerin tehlikeye atılması ivedilikle devlet sorunu halinde ele alınmalı ve bu gıda terörizminin tespiti yapılarak gereği yapılmalıdır. Hasta garantisi verip şehir Hastaneleri açmayla ve ilacı ucuzlatmayla övünmek yerine sağlıklı gıda üretimine öncelik verip hasta olmayan nesilleri hedeflememiz gerekmez mi?

Yıllardır ülkemiz gıda konusunda deneme sahası olarak kullanılmıştır. Bilinen 1952’de başlayan süreç peyderpey değişik hamlelerle günümüze kadar gelmiştir. Ekim yasaları, tohum yasaları, gübre, ilaç, tür dayatmalarıyla günümüze kadar kontrollü bir şekilde gelmiştir. Son darbe patent yasalarıyla vurulmuş yerli üretim yer ile yeksan edilmiştir.

Kimseyi ağır dille eleştirmeye gerek yok, tez elden bu yasalar yeniden gözden geçirilmeli ve az yemekle işe koyularak sağlıkla ve güvenle yiyebileceğimiz gıda üretiminin yeniden tesis edilmesi sağlanmalıdır. Bu ülke hepimizin, gıda; siyaset kavgası yapılmayacak kadar mühimdir.

Son yapılan araştırmalara göre iki milyon çiftçi para kazanmadığı için tarımı bırakmış ve maaşlı işçilik yapmak için şehirlere akın etmiştir. Çiftçiyi memnun edemezsek köylerimiz boşalacak, arazilerimiz ekilmeyecek, ürün fiyatlarındaki artışın önüne geçilemeyecektir.

Aklımızı başımıza almalıyız.

Vesselam

Fatih Alim Daşpınar

3307 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.