logo

Teşkîlât-ı Mahsûsa 15.Bölüm

Teşkîlât-ı Mahsûsa 15.Bölüm

Trablusgarp kumsallarında İslam direnişçileri ile Türkiye’den giden gönüllü subaylar el ele vererek İtalyanlara karşı zorluklar içerisinde kahramanca savaşırken Meclis-i Mebusan’da Müslüman olmayan milletvekilleri Hürriyet ve İhtilaf fırkasına üye milletvekilleri ile birleşerek İttihat ve Terakki hükümetini devirmeye karar vermişlerdi. Bu tarihte Sadrazamlıkta Küçük Sait Paşa bulunuyordu. Paşa Abdülhamid devrinde 9 kez sadrazamlığa gelmiş ve Ayan Başkanlığında da bulunmuştu. Özgürlükçü düşüncelerinden dolayı ittihatçılar tarafından da kabul görmüş ve paşa da onları tutmuştu.

Lakin dışarıda İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Avusturya el altından Balkan milletlerini aleyhimize kışkırtmaktaydı. Bize zorla dört cepheli bir savaşı kabul ettirmek istiyorlardı. O günkü basının şiddetli hücumları karşısında ve muhalefetin birleşmesi üzerine Küçük Sait Paşa kabinesi görevi bırakmak zorunda kaldı. Yeni hükümeti büyük kabine adıyla Gazi Ahmet Muhtar Paşa kurmayı başarmıştı. 12 Temmuz 1912 idi.

Kabineye baktığımızda gelen kişiler tamamı Hürriyet ve İtilaf fırkasına üyeydiler. İktidar İttihat ve Terakki’den, Hürriyet ve İtilaf Partisine geçmiş oluyordu. Hürriyet ve İtiraf fırkası militanlarının Babıali’de Balkanları vermeyiz savaş isteriz, sloganları yeni kabineyi kuran Ahmet Muhtar Paşa’ya kadar ulaşmıştı. Ekim 1912’de Lüleburgaz’da bozguna uğrayan ordumuz, Ahmet Muhtar Paşa’nın ayrılmasıyla son bulmuştu.

Daha önceki bölümlerde de anlattığım gibi Selanik garnizonunda yapmış olduğumuz tatbikatla, dört cephede savaş planının hayata geçtiğini gördük. Bulgar Kralı Ferdinand aynen şöyle söylüyordu: “Çatalca çitinden atlayıp İstanbul’a gireceğiz” diye ilan etmişti.

İşin en üzücü ve kötü yanı particilik çekişmesi yalnız meclisteki milletvekilleri arasında değil, Aydınlar arasında da, ordu içinde de kendine yer bulmuştu. Ordunun yüksek rütbeli subayları Hürriyet ve İtilaf fırkasına aitti. Genç subayların neredeyse tamamı ittihatçı idi. Bu iki zümre birbirini hiç dinlemiyor, emirler kasıtlıkla uygulanmıyor ve olan da Mehmetçiğe oluyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi ülkemiz, vatanımız dirlik ve birliğimiz, siyasi çekişmeler adı altında sabote ediliyor olan yine Türk çocuklarına oluyordu.

Bu tarihte ordularımız iki grup adı altında toplanmıştı. Bunlardan biri ve en büyüğü Doğu orduları grubuydu ve başlarında Abdullah Paşa vardı. Paşa ben Bulgar ordusuna ani bir baskın yapacağım ve onları yeneceğim diyordu. Fakat bunun içinde bu kuvvetin gerek Mahmut Muhtar Paşa Kolordusu ile gerekse sol kanadındaki kolordularla bağlantısının kopmaması, korunması gerekiyordu. Paşa sol kanadındaki zafiyeti dikkate almadan hücuma geçmiş Kırklareli önünde Bulgarlarla savaşmış. Bulgar kumandanın soldaki zafiyetimizi görerek, bu bölgeden ordumuzu arkadan çevirerek büyük bir hezimete uğratmış ve büyük bir kâbusa sebep olmuştur.

Ordumuz dağılmış geri kaçmaya başlamış, kaçarken birçok kişi bataklığa saplanmış kelimenin tam anlamıyla büyük bir kabus ve kaos yaşanmıştı. Çekilmekte olan bu Kolordu bir taraftan yolları tıkamış, bir taraftan da sivil halkta büyük korku ve heyecan yaratmıştı. Bu manzara Kırklareli’nden Çatalca’ya kadar geniş bir cephe üzerinde devam etmişti. Ordu planlarında olası mağlubiyete karşı Çatalca’da müstahkem mevziler hazırlanmış ve başına da Harbiye Nazırı Çerkez Nazım Paşa getirilmişti. Paşa kaçan ve kaos yaratan subayları, bizzat kamçısı ile dövmüştü. Bu sert kumandan disiplini ve iradesi sayesinde gelen Bulgar ordularını Çatalca’da durdurmayı bilmiş ve İstanbul koruma altına alınmıştı.

Osmanlı ordusunun bu güç duruma düşmesinde Mahmut Muhtar Paşa’nın büyük bir suçu vardı. Muhtar Paşa’nın geri çekilme emri, Abdullah Paşa’nın çok büyük hatası, küçük rütbeli subayların da ittihatçılık düşüncesiyle yeterince direniş göstermemeleri, böylesi büyük bir yıkama neden olmuştu.

İşte ben bu sırada Güneyde Batı ordularına bağlı birliklerde Yunanlılara karşı açılan savaşa girmiş, yaralanmış, tutsak olmuş, sonunda iyileşip ailemle Selanik’ten gizlice kaçarak İstanbul’a dönmüştüm. Çatalca siperlerine Çerkez Ahmet Abuk Paşa’nın kumanda ettiğini haber alınca derhal Çatalca’ya hareket ettim. Cepheye varınca Paşa’nın yaverini gördüm ve kendimi tanıttım. Şaka olsun diye yaveri, Paşa hazretlerinden Trabzon’da ödünç aldığım 16 lirayı ödemeye gelmiş dersiniz dedim. Paşa derhal beni huzuruna kabul etti. Hoş geldin Hüsamettin dedi. Batı ordusundan ne haber getirdin İnşallah orası iyidir, başımıza neler geldiğini gördün mü? dedi.

Paşanın elini öptüm, o da sırtımı okşadı. Batı ordularımızın durumu çok kötü Paşam. Kumanova Meydan Savaşı’nı kaybettik. Arnavutlar bizi arkadan vurdu.

Paşa: “Desene her iki taraftan da tükendik, bakalım şimdi ne olacak.”

Paşa, istersen benim karargâhta kalabilirsin dedi. Paşam yaralarım henüz kapanmış değildir onun için İstanbul’a döneceğim size borcumu ödemek için geldim dedim ve başarılar dilerim dileyerek ayrıldım.

Son derece üzüntülü ve düşünceli olarak İstanbul’a döndüm. Selanik’ten kaçıp geldiğim zaman getirdiğim Alay Sancağını Harbiye Nezareti Süvari Şubesi Müdürü Binbaşı Zeki Bey’e teslim etmiştim. Onu ziyaret ederek sancağın müzeye konup konmadığını sordum. O da “rahat ol binbaşım sancağın müzededir” dedi.

Yıllar önce Mustafa Kemal’in Selanik’teki Brifing’de söylemiş olduğu iki şey gerçek olmuştu! Bize en az 4 cepheden saldıracaklar. Ayrıca ordu içindeki bölünmenin yanlış olduğunu bizzat İttihat ve Terakki’nin lider kadrosuna da söylemiş olmasıdır.

Bunun sonuçlarını bugün görmekteyiz. Liderlik ve öngörülü olmak böyle bir şey işte!

FETÖ’cülerin Ergenekon ve Balyoz Kumpas davaları adı altında ordumuza karşı vermiş olduğu zarar, sanırım hiç bir düşman tarafından verilemedi. Sadece FETÖ’cü subaylara yer açmak ve ardından Türk subaylarının tasfiyesi ile sonlanan bu olayın sonuçları ile daha yüzleşmedik!

Yazı dizisi devam edecek inşallah.

Necati YÜZÜAK

Etiketler: » »
185 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.