logo

ARMUT DİBİNE DÜŞER

ARMUT DİBİNE DÜŞER

Aziz Türk milletinin 15 yaşındaki çocuklarının sokaklardaki süs havuzlarında abdest alarak: “Ölürsem Şehit, kalırsam Gazi olurum” inancıyla tankların önüne yattığı, göğsünü F16’lara siper ettiği şu 15 Temmuz günlerinin destansı asaletini anlamak için, tarihe bir yolculuk yapalım…

O yüzden “armut dibine düşer” diye başlık attık yazımıza. Bugünün belki saçı jöleli, kulağı küpeli, gelecek için ümit vermiyor gibi görünen 15 yaşında çocuklarımızın gönüllerindeki, tarihten gelen genlerimizin bu destanların yazılmasına nasıl sebep olduğunu tarihe bir seyahat yaparak anlamaya çalışalım.

İmanlı kalemler, iman ruhu ile 15 Temmuz Destanının nasıl kazanıldığını yazadursunlar.

Ruhlarımızdaki iman genlerimizin, tarihin hangi süreçlerinden süzüle süzüle geldiğini anlamak için şöyle bir geriye destansı günlerimizin bir benzerine dönüp bakalım.

Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin nedimesi Hasan Can, oğlu Hoca Sadettin Efendi’ye bir olay anlatır. Sadettin Efendi, insanın yüreğini titreten bu olayı Tâcü’t-Tevârih’te nakleder.

Hasan Can anlatıyor: “Yavuz Sultan Selim Han Geceleri kitap okumayı veya dinlemeyi çok severdi. Az uyurdu. Çoğu zaman bana kitap okutur, kendisi dinlemeyi tercih ederdi. Tarihe ilgisi büyüktü. Birkaç gece üst üste kitap okumanın etkisiyle yorgun düşmüştüm.

Bir sabah namazı Sultan’a hizmete koştuğumda: Bu gece görünmedin. Nerelerdeydin, diye sordu.

Birkaç gecedir uykusuz kaldığım için bu gece gafletten nefsime mağlup olmuşum sultanım, bağışlayın dedim.

Pekâlâ, bu gece ne rüya gördün? dedi. Öyle hatırda kalacak bir rüya görmediğimi söyleyince; biraz hiddetlendi ve: Bu nasıl sözdür? Hem bu uzun gecelerde uyu, hem de rüya görme. Böyle olmaz. Mutlaka görmüşsündür. Söyle, saklama diyerek ısrar etti.

Ne kadar düşündüysem de hatırıma herhangi bir şey gelmedi. Bu hususta samimi olduğuna dair yemin ettim.

Mübarek başını iki tarafa sallayıp sakinleşti. Ben ise bu ısrarlı rüya sorusunun sebebini anlayamamıştım.

Biraz sonra bir iş için Sultan beni Kapı Ağası’nın bulunduğu daireye gönderdi. Gittiğimde Hazinedar Başı Mehmed Ağa, Vekilharç Başı Osman Ağa ve Saray Ağası Hasan Ağa’nın toplu halde sohbet eder vaziyette bulunduklarını gördüm. Bu arada Saray Ağası Hasan Ağa’nın gamlı bir şekilde oturuşu dikkatimi çekti. Ağa dindar ve salih bir kimseydi. Gözlerinden yaş aktığını görünce herhalde bir yakınını kaybetti, o nedenle müteessir diye düşünmüştüm.

Kendisine: Ağa Hazretleri Bugün bir başka kederli ve hüzünlüsünüz diye sordum. Bir şey yok! diyerek geçiştirdi. Fakat Hazinedarbaşı: ağamız bu gece çok farklı bir rüya görmüş, onun etkisi altındadır deyince; Allah hayır etsin. Bana da söyleyin. Zira sultanım, bu gece rüya görmedim deyince, mutlaka görmüşsündür, saklama diyerek beni azarladı. Sultanımın beni azarlaması boşuna değildir. Şu rüyanı bana da anlatasın hele diye ısrar ettim. Söylemekten sıkılarak dedi ki: Benim gibi asi ve günâhkar kulun padişah huzurunda anlatılacak ne rüyası olabilir, lütfen teklif etmeyin dedi. Biz ısrara devam ettik.

Sonunda Hazinedar Başı Mehmet Ağa: Niçin gizliyorsun. Daha önce söylemeye memur olduğunu kendin söyledin. Şimdi gizlemek hıyanet olmaz mı?

Bunun üzerine Hasan ağanın inadı kırıldı ve anlatmaya başladı: Bu gece rüyamda, bu eşiğine oturduğumuz kapının hızla vurulduğunu duydum. Ne oluyor diye biraz ileri vardım. Kapının hafif aralıklı olduğunu gördüm. Kapı önünde adamlar, ellerinde bayraklar vardı. Silahlarını kuşanmışlardı. Sanki harbe hazırmış gibiydiler. Ellerinde birer sancak olan dört nurani kişi kapıya yakın idiler.

Kapıya yakın olan nurani kişi: Niye geldik bilir misin? dediler. Ben de buyurun dedim. Bu gördüğün kalabalık Rasulullah’ın ashabıdır. Bizi o gönderdi. Selim Han’a selam etti. Hemen kalkıp gelsin bundan sonra Harameyn (Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere) hizmeti ona verildi diye ferman buyurdu. Bu gördüğün 4 kişi Ebu Bekir Sıddık, Ömer bin Hattab, Osman Zinnureyn’dir. Ben de Ali bin Ebi Talib’im. Git Selim Han’a benim tarafımdan bildir, dedi ve gözden kayboldu.

Kendimi kaybetmişim. Sabaha kadar yatıp kalmışım. Teheccüd zamanı kalkamayışımı hizmetçiler hastalığıma yormuşlar. Sabah namazını kaçırmayayım diye beni uyandırmak istediklerinde, kan ter içerisinde sırılsıklam kaldığımı görmüşler. Değiştirmek için çamaşır getirmişler. Beni ovarak uyandırmışlar. Kendime geldiğimde, âlem bana dardı. Aceleyle namazımı kıldım. Hatta zor yetiştirdim. Fakat hala benden şaşkınlık gitmedi, dedikten sonra tekrar hüzünle gözyaşı dökmeye başladı.

Ben de padişahın emrettiği işi yerine getirip hemen döndüm. Sultan yine rüyadan söz açıp: Böyle uzun gecelerde sabaha kadar uyuyup rüya görmemen çok acayip dedi.

Ben de bunun üzerine hemen: Sultanım eğer rüyayı bu Hasan kulunuz görmemişse, Saray ağası Hasan ağa görmüşlerdir. Emredin. Huzurunuza arz edeyim” dedim.

Söyle! Göreyim! buyurdular.

İşittiklerimi anlatırken mübarek yüzleri kızarmaya başladı ve: Biz sana her zaman demez miyiz ki, “Bizler bir cihete vazifeli olmayınca, hareket etmemişizdir. Ecdadımız keramet sahibi idiler. İçlerinde sadece biz onlara benzemedik” diyerek tevazu gösterdiler.

Bu Rüya olayından sonra Yavuz Sultan Selim Han Mısır Seferine çıkacak,  kutsal emanetleri İstanbul’a getirecek, ilk İslam Halifesi Unvanına sahip Osmanlı Sultanı olarak tarihe geçecekti.

Fakat o mübarek Sultan sefere çıkmadan önce kulağına hangi cümleler fısıldandığı için Şam’da 3 ay kadar neden oyalanacaktı.

Kendisinden 300 yıl kadar sonra Napolyon’un askerlerinin cinnet geçirerek birbirlerini kırdığı Sina Çölü’nü nasıl geçecek kutsal emanetlere nasıl ulaşacaktı.

Önümüzdeki günleri bekleyelim.

Cumanız mübarek olsun.

Selam ve dua ile.

Yaşar YAVUZ

427 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.