Son Dakika
Reels izlerken bazı gençlerin bir kaç videosuna rastladım. Edindiğim izlenimlere göre; hayatı boyunca şiddet gören, kişiliği -çarpık ilişkilerin gölgesinde- fıtrata ters şekillenen, talihsiz hayatlara sahip, sayıları hiç de azımsanamayacak kadar çok bir sürü genç insan batılı bir takım bozuk güruhun “deforme olmuş ahlâki mirasçısı” gibi yakışmasa da kendilerine ait olmayan çok çirkin bir bayrak yarışı içindeler. Hayatı idame ettirmek için kötülükten ve kötü yoldan başka şansları yok gibi. İyilik etmek veya iyilik görmek sanki onlar için mümkün değil ya da hakları yok gibi bir algılama oluşturulmuş.
Şiddet, dayak, ruhsal ve fiziki istismar, işkence, açlık, hastalık, parasızlık, yalnızlık ve her an ölümle yüz yüze hayatlar…
Tüm bunlara rağmen kendilerine bir hayat, bir yaşam, bir ev, izbe bodrum katlarda kendilerince bir yaşam düzeni kurmaya çalışıyorlar. Günlük temizlik, yemek, çamaşır… Her insan gibi onlar da bu rutinleri tesis etmekle yükümlüler.
Yanlışlar içinde yaşayan insanların kendi fıtratına savaş açarak yaşamaları, onları uçurumun kenarında düşme ile kalıp kurtulma arasında yalnız bırakan bir takım aciz ve sorumsuzların da ihmali ile artık bir hayat olmaktan çıkıp, hayatta kalma savaşına dönüşmüş. Böyle olmanın, böyle kalmanın ve böyle yaşamanın yükünü, acısını ve vicdani sorumluluğunu nasıl tolere ediyorlar akıl almıyor!
Aslına bakarsanız toplumsal, feodal ve viral bir hastalık bu! Çünkü diziler, filmler, sanat ve popüler müzik sektörü mütemadiyen, başta madde bağımlılığı sonra diğer bağımlılıkları, terörü, şiddeti ve cinsiyet değiştirmeyi destekliyor ve özendiriyor maalesef.
Hazırlanan bu tür medyatik projelerde gizlice verilen subliminal mesajlarda en büyük tehlikelerden biri de cinsiyetsizleştirme, dinsizleştirme ve dolayısıyla ahlâkî çöküş planları geliyor. Dolayısıyla bu insanlar toplumda kabul görmeyip, şiddetle dışlanıyor, aşağılanıyor, toplumu ve ahlakı bozacak alanlarda metâ ve maşa olarak kullanılıyor.
Yoksa “ahlâk ve ahlâkî” tüm değerler tüm milletler için gerekli evrensel bir kavramdır! Ama ne yazık ki toplumları, aileyi, hatta ülkeleri bozmakta, parçalamakta kullanılan güçlü bir silah olarak kullanılıyor.
Oysa bu dönmüş veya dönüştürülmüş insanlar toplumda sokaktaki hayvandan daha az merhamet, saygı ve sevgi görüyor. Yaralı bir sokak köpeğine elini uzatan insan, geceden kalma, dövülmüş, saçı başı dağılmış, kaldırımda inleyen insana el uzatmıyor, bazen de uzatamıyor.
Bir ülkede sokak hayvanları, yaşlılar, yetimler, sokak çocukları, fuhuşa zorlanan kadın ve çocuklar ve bu kabil trans insanlar rehabilite edilip ilgilenilmiyorsa, hayvanlar kadar bile merhamet görmüyorlarsa o ülkede din, adalet, bereket, saadet ve huzur olmaz!
Trans denilen o gaip tipli, yüzünde yara izleri kalmış kişi kandil gecelerinde helva pişiriyor, Ramazanda iftar sofrası hazırlıyor, annesi gibi yemekler yapmaya çalışıyor. Oysa batı ülkelerinde bu tarz insanlar daha korkunç, çok daha tehlikeli ve alkol, uyuşturucu, cinayet gasp gibi her türlü suça batmış durumdalar.
İnsana sadece insan gözüyle bakılmalı!
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlâkî yönde yetiştiren, çalışma yaşamını ve iyi insan olma meziyetlerini esas alarak düzenleyen “ahilik” adı altında kendi kural ve kuruluşları olan bir takım örgütler vardı. Din, dil, millet ve meziyet gözetmeden her kulun sığındığı gönül kapılarıydı bunlar. Günahkâr mısın, katil misin, dilin, dinin, mezhebin ne diye sorulmazdı o kapıda! Gelen herkes kabul görür, hürmet edilirdi! Orada senden hizmet beklenmez, hizmet edilirdi!
Belki bir hekim, belki bir hâkim, belki bir eğitmen, bir din adamı ya da gizli bir zengin hiç fark etmez. Açsan yemek koyar önüne, bir sıcak çay içirir, ağlamışsan gönlün alınır, insan olduğun hissettirilirdi. Sadece, Allah’ın yarattığı bir varlık olduğun için çok değerli tutulur, hatanla günahınla sevabınla kabul görürdün.
Sadece insana değil, eşyaya ve eşyanın tabiatını da tedavi-terbiye eden ve hatta Mesnevilikte ki gibi hürmetle anlayışla karşılayan zihniyetten uzaklaşalı çok olmuş.
Holdingleşen ve satılan dini, bir yaptırımlar kanunu, fıkıh ve ceza hukuku olarak gören günümüz şaklabanlarından çektiğimiz ezadan hiç bahsetmiyorum bile!
Vesselam.
Mine GÜLŞEN
Yorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
30 Haziran 2025 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler
19 Mayıs 2025 Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Sivil Toplum, Siyaset, Soru/Yorum, Tarih, Tüm Manşetler
15 Nisan 2025 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Soru/Yorum, Tüm Manşetler
15 Nisan 2025 Aile, Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Sivil Toplum, Tüm Manşetler