logo

II. ABDÜLHAMİD HAN’IN DİLEĞİ

II. ABDÜLHAMİD HAN’IN DİLEĞİ

Yıllarını Türk ve İslam dünyasının hamilliğini yapan Osmanlı’yı ayakta tutmaya harcayan büyük padişahın haşhaşilerce zayiata uğratılmasıdır bu yaşananlar. İktidarı her ne pahasına olursa olsun ele geçirmeyi planlayan İttihat ve Terakki Partisi. II. Abdülhamid Han’ı 27 Nisan 1909 tarihinde 31 Mart vakasını tertip ettiği gerekçesiyle tahttan indirdikten sonra Selanik’te Alatini Köşkü’ne ailece hapsederler ki irtica vakasıyla uzaktan yakından alakası olmadığı katiidir. Yerine Sultan Reşad Hazretleri taht’a geçirilmiş olsa da iktidar hükümetinde yaptırımı olmadığı gibi kendi özgün kararlarının da önemi yoktu.

II. Abdülhamid Han Hazretleri 23 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyetle Kanuni Esasi’yi tekrar yürürlüğe koyup seçim yaptırarak meclisleri toplatmışsa da Anadolu da iç ve dış fitnelerin desteğiyle büyük kargaşalar oluşturulmuştur. Bu çözümsüzlük halinden istifade; Bulgaristan prensliği bağımsızlığını ilan ederek mamafih Avusturya, Bosna-Hersek eyaletini ilhak eder. Anadolu Osmanlılar için Avrupa ve Afrika topraklarının elinden çıkmaya başlamasıyla önemli hale gelmeye başlamıştı artık, lakin dış güçlerin tamamıyla emrinde olan gözü dönmüşler sonunu düşünmeksizin olanlara müsaade ederek kendi menfaatlerinin peşine düşerler. Hedef; Aslen Arap ülkelerini Batı emperyalizminden koruyan Osmanlı’yı bertaraf etmekti. Batılı devletlerin düşmanca tutumlarını sömürü, misyonerlik, sözde sanat eserleriyle her alanda istila hareketini fiilen aktivite etmeye aracılarıyla başlarlar. Özellikle Balkanlar, Osmanlı Devletinin Anadolu’ya açılan kalpgâhı idi. Rumeli olmasa Osmanlı da olmazdı. Dışarda şer gelişmeler süregelsin Abdülhamid Han Hazretleri bu arada labirent misali çıkmaza sokulmaya çalışılınıyordu.

II. Abdülhamid Han Hazretlerinin muhafız komutanı Fethi Okyar Bey, Alatini köşkünde aynı çatı altında hizmetine devam ederken, ordunun ihtiyaçlarını ve hazinenin memur aylıklarını bile veremeyecek duruma geldiğini söyleyerek sultanın şahsi servetini orduya bağışlamasını ister. Sultan hatıratlarında kendisinden yardım talep eden Fethi Okyar Bey’le sohbetini şöyle neşreder. “Benim gibi düşürülmüş bir padişah orduya nasıl yardım edebilirdi! Çoluk çocuğumla birlikte sürülmüş, bir köşke hapsedilmiştik. Gazete okumaya bile hakkımız yoktu. Devletin verdiği 1000 lira ile yaşıyorduk. Bu, yaşamamız için bile yetmiyordu.  Hayretle sordum; “Nasıl yardım?”. “Bankalardaki nakit ve tahvillerinizi orduya bağışlamak suretiyle! Biraderim Sultan Reşad Hazretleri benim halimi bilir. Devletimden esirgenecek bir kuruşum bile yoktur. Bunların hepsini orduya versem, bir bölüğün bile ihtiyaçlarını ancak karşılamış olurum. Devlet-i Osmaniye benim üç beş kuruşumla ayakta kalamaz!”. “Evladım! Biz geldik, işte gidiyoruz. Dünya malında gözümüz kalmamıştır. Allah’a şükür, hiçbir zaman da olmuş değildir. Benim üç buçuk kuruşum, ha benden doğmuş evlatlarıma kalmış, bunun hiçbir farkı yoktur. Benim evlatlarım da devletin evlatlarıdır. Görüyorsunuz, evlenme çağına gelmiş yetişmiş kızlarım var. Okumak çağına erişmiş oğullarım var. Bunlar devletin kızları, oğullarıdır. İyi yetişmelerinden ben değil, devlet istifade edecektir. Padişahlığım sırasında bunların durumunu düşünmüş, kızlarıma birer damat aramıştım. Sözlüdürler…

Benim, biraderim hazretlerinden ve hükümet ve ordudan talebim şudur ki, bu kızlarımın evvela buradan çıkmalarına, sonra da evlenmelerine izin versinler. Oğullarımın da tahsil ve terbiyeleri temin olunsun. Bundan ötesi kolaydır. Söylediklerimi lütfen bağlı bulunduğun makama yaz. Benim bu dileğimle alakadar olsunlar ve tez vakitte bana sevindirici bir haber getir.’’ der.

Üç yıl sonra Beylerbeyi Sarayına getirilen Abdülhamid Han Hazretleri ağır bir hastalığa yakalanarak ciğerlerine biraz kan hücum etmesiyle takatsizce yatağa bağlanır ki Sultan Reşad Han Hazretleri “Bari evlatlarını dünya gözüyle bir daha görsün…” diye Sultan Abdülhamid’in bütün sultan ve şehzadelerini Beylerbeyi Sarayı’na davet ettirdi. 10 Şubat 1918 Pazar günü saat üçü çaldığında Sultanın yanında bulunan Şöhrettin Ağa’nın “Aman doktorlara haber veriniz, efendimiz bayıldı” feryadıyla yakınındaki Sultanın büyük oğlu Selim Efendi ve Doktor Atıf Bey derhal başucuna gelerek Sultanın dudaklarının arasından kan geldiği, vücudunun katılaşmaya yüz tutmuş olduğunu görürler. “Galü inna lillahi ve inna ileyhi raciun…” Sultan Abdülhamid Han’ın naşı, Tıp fakültesi reisi Doktor Akil Muhtar başta olmak üzere altı doktor tarafından muayene edilerek şu rapora yer verilir. “1333 senesi Şubat’ının onuncu Pazar günü akşamı saat onda, vukuu bulan davet üzerine, aşağıda imzaları bulunan tabipler, Beylerbeyi sarayına azimetle harem dairesinde, Hakanı Sabık Sultan Abdülhamid Hanı Sani Hazretlerinin yatak odasına dâhil olduğumuzda, karyola içinde hakanı sabık hazretleri olduğu, aramızda bazıları tarafından teşhis olunan bir zatın, istihcacı zahrii tabiide olarak yatmakta olduğunu gördük. Kalp ve nabzın tamamen tevakkuf etmiş ve samli meytinin tekarrür eylemiş bulunduğu ledel muayene anlaşıldıktan sonra vücudun her tarafı aziz ve amik tetkik ve muayene olunarak kebaveti meytiyye asariyle tedavisine memur olan etıbba tarafından arka ve göğsüne tedavi için tatbik olunan on üç kadar muhaccim yerinin ve vefatından bir saat evvel müşarünileyh hazretlerinin kendisi tarafından yapıldığı maiyetleri erkânı canibinden ifade edilen nahiyyei şersüfiyyedeki sathi ve gayri muntazam küçük asarı keyiyeden başka hiçbir eseri cebr ve cerhe tesadüf olunmadı. Hakanı sabık hazretlerinin, şubatın beşinden beri hasta bulundukları ve melfuf rapor müeddasından anlaşılacağı veçhile, müşarünileyh Sultan Abdülhamid Hanı Sani Hazretlerinin ihtikanı rie ve üzeymayı rievi neticesi tahaddüs eden bir zaafı sebebiyle irtihal ettikleri tebeyyün etmiş olmakla, işbu raporumuz tanzim ve takdim olunmuştur”

Osmanlı Devleti’nin de her millet gibi tarihi bir mirası vardır. Altı asır gibi uzun bir süre üç kıtada egemenliğini sürdüren ecdadımızın medeniyet mirasını araştırıp incelemeden emperyalist yakıştırması yapmaları çok üzücüdür. Geçmişi ile bugün arasında bağlantı hayati bir görev üstlenen arşivlerimizin dünya genelinde gün yüzüne çıkartılarak doğru bilinen yanlışların hususiyetle geri kazanılması elzemdir. 

Volkan Yaşar Berber

Etiketler: » » » »
1540 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.