Son Dakika
Balkan yarımadası, ilk çağlardan itibaren doğudan batıya, batıdan doğuya gidenlerin Üssül Harekesi, Tarih boyunca kanın, gözyaşının, vahşetin, dehşetin salgınların, sürgünlerin, göçlerin, göç edenlerin değişmez adresi 1353’te Gazi Süleyman Bey ve bir avuç gazinin sallarla Çanakkale boğazını geçip Rumeli’de Çimpe kalesini fethetmesiyle Ortaçağın karanlık Balkan topraklarına Osmanlı güneşi doğmuştu.1353’ten yarım yüzyıl gibi kısa bir süre içinde tüm Trakya, Rumeli, Makedonya, Teselya, Üsküp İşkodra, Rodoplar, Dobruca, Kırcali ve Kosova Osmanlı Cihan Devletinin sancağı altına girmişti. Osmanlılar sınırı Tuna ile çizerek Tuna’nın güneyini yani Balkanları vatan yapmıştı. Birilerinin dediği gibi Osmanlı Anadolu’ya yatırım yapmayıp Balkanlara serpmişti çil çil kubbelerini. Evet, Selçukiler Anadolu’yu diyarı İslam yapmışlardı. Osmanlıya düşen Balkanların İslam’a ram olmasıydı. Yine birilerinin yazdığı gibi Osmanlı Balkanları sömürmemiş İnsanları evlerinden arazilerinden kovmamıştı Müslüman Türkleri bölgeye iskana tabi tutarken Issız yerleri, dağ eteklerini kullanmış, bataklıkları kurutup tarıma açmıştı ecdad. Günümüzde Balkanlardaki şehirlerin yarısının isminin Türkçe olduğunu görenler Osmanlının bölgede herhangi bir asimilasyona başvurmadığını bilir. Devleti Ali bunun aksine etnik ve dini çatışmaları sonlandırmış ve Balkanlara tarihinin en müreffeh dönemini yaşatmıştır.
Osmanlı cihan devletinin, dini ve etnik yapıya bakmadan egemen olduğu topraklara götürdüğü huzur asırlarca sürmüş ancak her fani canlı ve olgu gibi bu durum da baki olmamıştır. 1789 Fransız İhtilali ve ortaya çıkan milliyetçilik fitnesi, Balkanlarda Osmanlı merkezi otoritesini sarsarken, Balkan toplumlarına da yine yüzyıllar sürecek olan huzursuzluğu getirmiş ve bölgede istikrarı bozmuştur. Osmanlı adalet ve hoşgörüsü içerisinde etnik ve milli kimliği koruyan Balkan ulusları, 19.yüzyıl başlarından itibaren milliyetçilik akımının etkisi ve Osmanlı toprakları üzerinde siyasi çıkar kollayan batılı büyük devletlerin istismarıyla bağımsızlık hareketlerine başladılar. Özellikle Balkanlarda Panslavist bir politika izleyen Rusya ile Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engellemeye çalışan İngiltere ve Fransa Balkan milletleri üzerinde siyasi çıkarlarını elde etmek için Balkan milletlerini Osmanlı aleyhine tahrik etmişlerdir. Üstelik batılı devletler, 1815 Viyana Kongresi’nde aldıkları “Milliyetçi ayaklanmaların engelleneceği” kararına rağmen ikiyüzlü bir politika izleyerek her defasında Balkan milletlerini Osmanlı merkezi otoritesine karşı kışkırtmış ve Osmanlı Devleti ile yapılan antlaşmalarda bu milletler lehine ayrıcalıklar dikte ettirmişlerdir.
Osmanlı Devleti, 19. yüzyıl başlarından itibaren bir yandan Balkanlarda milliyetçi ayaklanmaları bastırmaya çalışırken bir yandan da Tanzimat ve Islahat fermanları ile Balkan milletleri önce eşit vatandaş statüsüne getirmiş, akabinde azınlıklara tanıdığı ayrıcalıklar, Müslümanlarınkini dahi geçmiştir. Osmanlı’nın Balkan azınlıkları bunlarla yetinmeyerek kıyamlarına devam etmişlerdir. Batılı devletler ise “Amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” misalinden Osmanlı Devleti’ni parçalamak amacıyla Balkan milletlerini tahrike devam etmişlerdir. 19. yüzyılın son çeyreğinde batılı devletler, Balkan azınlıkları ve Jön Türk hareketinin çıkarlarının müşterek olması Osmanlı merkezi yapısını derinden sarsmıştır. Alman diplomat ve devlet adamı Otto Von Bismarck’ın “Meşrutiyet, çok uluslu devlerde uygulanamaz.” Uyarısına rağmen Jön Türkler devletin kurtuluşunu meşrutiyetin ilanında görmüşlerdir. Sultan Abdulaziz’in meşrutiyet karşıtlığı önce tahtına sonra da hayatına mal olmuştur. Yerine tahta çıkarılan V.Murat’ın da rahatsızlığı üzerine Jön Türkler meşrutiyeti ilan etmesi karşılığında veliaht II. Abdulhamid’i tahta çıkardılar. 1876’da ilk kez açılan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na yaklaşık üçte bir oranında gayrimüslim ayrılıkçı mebusların girmesi sonun başlangıcını hazırlamıştır. Midhat Paşa başkanlığındaki Osmanlı Hükümeti, Osmanlı-Rus savaşını engellemek yerine savaş çığırtkanlığı yapmış ve meşum 93 Harbi’ne sebep olmuştur. Rusları Ayastefanos Antlaşması ile ancak Yeşilköy’de durdurabilen Sultan II. Abdulhamid, batılı devletlerin muhalefeti üzerine 1878 Berlin Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Balkanların Sevr’i olarak bilinen bu antlaşma ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazanırken Bulgaristan’a özerklik verilmiş, Bosna-Hersek’in yönetimi ise geçici olarak Avusturya-Macaristan’a bırakılmıştır.
Sultan Abdulhamid, anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak 1878’de meclisi süresiz tatil ederek ipleri ele almış ancak Jön Türkler de boş durmamış, meşrutiyetin yeniden ilanı için faaliyetlere başlamışlardır. Bu amaçla 1889’da Paris’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Filistin’e yerleşemeyen Yahudilerin Mısır’ın ilhakını Abdulhamid’e kabul ettiremeyen İngilizlerin, doğuda bir devlet kurması engellenen Ermenilerin, Trablusgarp’a göz diken ancak Abdulhamid’den çekinen İtalya’nın, Arap Krallığı’na getirilmeyen Şerif Hüseyin’in çıkarlarının İttihat ve Terakki ile örtüşmesi, II. Meşrutiyet’in ilanını ve Sultan Abdulhamid’in halline sebep olmuştur. Sultan V. Mehmed Reşad döneminde hükümette istedikleri gibi at koşturan İttihatçılar daha meşrutiyetin ilan günlerinde Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Girit’in kaybedilmesini engelleyemedikleri gibi basiretsizlikleri 1912’de Trablusgarp’ın, 1913’te de Meriç’in batısındaki tüm Balkan topraklarının kaybına sebep oldular. Balkan Savaşları öncesinde halen Adriyatik Denizi’ne kadar uzanan Evlad-ı Fatihan diyarı Balkanların büyük bir kısmı tek kurşun dahi atılmadan alaylı-mektepli mücadelesine kurban edilmiştir. Enver Paşa’nın son bir hamleyle Edirne’yi geri alma teşebbüsü bir Osmanlı subayının “ Edirne, Enver’e gideceğine Bulgar’a gitsin.” sözü ordu-siyaset çekişmesinin bir ülke bütünlüğünü ne kadar derinden yaraladığının göstergesidir.
I.Balkan Savaşı’nın sonlarına doğru mevcut hükümeti Bab-ı Ali baskını ile deviren İttihat ve Terakki’nin komitacı kanadı, 1913 londra Antlaşması ile Balkan topraklarının kaybını engelleyememiştir.
Balkanların resmen kaybı, sorunu çözememiş aksine tarih boyunca büyük devlet olamamış Balkan devletleri, kinlerini bölgedeki Müslüman Türkler üzerine yöneltmiş zulüm ve katliamların artması, Müslüman Türklerin önemli bir kısmının Elveda Rumeli diyerek Anadolu’ya göçünü hızlandırmıştır. Arkada kalanlar, azınlık durumuna düşmüş ve son bir asırdır kanayan yaramız olarak tazeliğini korumaktadır.
Balkanlar, bazen soğuk hava kütlelerinin iliklerimizi dondurduğu, bazen de kardeşlerimize yapılan asimile politikaları ve zulmün kanımızı dondurduğu bir coğrafya olarak hafızalarımızda canlılığını korumaktadır. Sadece Balkanlar mı? Kafkaslar, Filistin, Suriye, Irak, Mısır ve Şimali Afrika da aramıyor mu Devr-i Osmaninin adalet ve hoşgörüsünü?
Mehmet ÖZKARAMAN
Etiketler: ARKADA KALANLAR » Mehmet ÖZKARAMAN » Mehmet Özkaraman kimdir » ÖNDEN GİDENLERYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER