logo

BİR İNSAN KAZANMAK

BİR İNSAN KAZANMAK

Başlığa bakınca ne kadar iddialı bir cümle olduğunu hemen anlayabiliyoruz. Böyle iddialı bir cümlede rol alabilmek hangi babayiğidin harcıdır acaba? Bunu kim başarabilir? Bunu kim başarabilir ki; insanların gönlünde taht kurabilir.

Zahir… Evet adı Zahir’di. İnsanların pek dikkatini çekmezdi. İlgisini de çekmezdi. Çünkü maddi gözlerle bakıldığında, hiç de onaylanabilen bir özelliği olmayan kişiydi.

Yalnız yaşardı. İnsanlarla komşuluk diyaloğu, arkadaşlık muhabbeti hemen hemen yok gibiydi. İnsanların bakışlarından, kendisinden her an uzaklaşıldığını çok rahat sezebiliyordu. O, selam verilecek bir şahıs olarak da görülmüyordu. O yalnız yaşardı, çünkü buna mecburdu.

İnsanlar dünyaya hep maddi gözle baktıkları, madde arkasındaki manayı sezemedikleri için onun notunu peşinen vermişlerdi. O, istese de çevresinde pek dost bulamazdı. Çünkü Zahir’in cilt rahatsızlığı vardı. Yüzündeki cilt rahatsızlığının çevredeki olumsuz algısı sebebiyle yalnızlığa mahkûmdu. Fakat insanın kalbi ne kadar temizse, ne kadar sevgiye layıksa ona gereken kıymeti verecek temiz yürekler de mutlaka olacaktı.

İşte Allah kimsesizlik üzerine eklediği çölün yalnızlığında, zor bir hayata soyunan Zahir’i, elbette ona değer verecek bir güzellikle karşılaştıracaktı.

Sevgililer Sevgilisi (s.a.v.), ona çok kıymet ve değer verirdi. Hatta arkadaşları yanında ona işaret ederken: “O bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz” buyururdu. Çünkü Zahir çölde yaşar, turfanda çöl meyvelerinden Sevgililer Sevgilisine ikram etmeyi çok sever, bir koşu herkesin ulaşamadığı o güzel çöl meyvelerini peygambere ikram etmek için soluğu Medine’de alırdı. Bu, Zahir’in en büyük mutluluk sebeplerindendi.

Allah Rasulü’nün “o bizim çölümüzdür” demesinin sebebi de buydu!

Kendisi de kayıtsız kalmaz, şehirdeki güzelliklerden ikramlar hazırlatır, Zahir’e iltifat eder, ikramları kendisine hediye ederdi.

Yalnızlığın adamı Zahir’in yalnızlığını bir anda bitiren bir şey oldu!

Yine Kâbe’nin etrafının sevenleriyle dolduğu günlerden birisiydi. Zahir çok sevdiği Kâbe’sini tavaftan sonra bir köşede oturmuş seyrediyordu. Çünkü Kâbe’ye bakmak da sevaptı. Hasan Basri (r.a.)’den gelen bir rivayette: “Kâbe’ye her gün yüz yirmi rahmet iner; altmışı tavaf edene, kırkı namaz kılana, yirmisi seyredene” buyurulmuştu.

Birden Allah Rasulü kendisini gördü ve arkasından sessizce yaklaşarak mübarek elleriyle gözlerini kapattı. Tatlı bir ses tonuyla yanındaki arkadaşlarına hitaben, “elimin altında öyle bir kölem var ki; ona kim ne kadar paha biçer, diye sordu.” Fakat Zahir’in fiziki yapısı itibariyle ona ücret takdir etme psikolojisini başaramayan arkadaşlarının oluşturduğu sessizliği, yine Zahir’in dokunaklı sözleri bozacaktı.

Zahir, gözlerini kapatan o gül kokulu ellerin peygambere ait olduğunu anlamıştı. Fakat peygamberin sorusuna karşı arkadaşlarının sessiz kalışına fazla kayıtsız kalmadan, kendisinin insanlar nezdindeki değersizliğini vurgulayarak: “Sizin elinizin altındaki köleye kimse bir kuruş para vermez Ey Allah’ın Peygamberi!” deyiverdi.

Ortam birden hüzünlü bir hal almıştı. İnsan psikolojisinin ezikliğinin dibe vurmasına sebep olabilecek o anı, Allah Rasulü, muhteşem bir cümlesi ile bertaraf etmiş, birden ciddileşen ses tonuyla: “Vallahi elimin altında öyle bir kölem var ki; Allah ve Rasulü yanında ona paha biçilmez” buyurdu. İşte o an, ezilenin ve ezikliğin zirve sevince dönüştüğü, üzüntü verenlerin ise pişmanlığının tavan yaptığı bir andı.

O ana kadar Zahir’i dışlayan, onu küçümseyen, ona belki acınaklı duygularla bakan herkes, o andan itibaren Zahir ile kucaklaşmak için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Zahir’in gözlerinde sevinç gözyaşları vardı. O şimdi dünyanın en mutlu insanı idi. Nasıl mutlu olmasın ki; cildinin küçümsenen görüntüsü yanında kalbinin güzelliği Allah’ın resulü tarafından adeta tescillenmiş, mühürlenmişti.

Bir insan daha ezilmenin, dışlanmanın zincirlerini kıracak, böylece topluma kazandırılacaktı.

Peki, söyler misiniz? Bin dört yüz yıl evvel hangi psikolog hangi psikoterapist bu ince yaklaşımı insanlığa kazandırabilecekti? Bu denli insan kazanma psikolojisini kimden öğrenmiş olacaktı?

“Beni Rabbim terbiye etti ve o beni ne güzel eğitti”- Hz. Muhammed (s.a.v.)

Mevla’nın nasibi, İstanbul’dan bir özel firmanın bizi Umre hizmeti için görevli hoca olarak Mekke’ye davet ettiği mübarek günlerden biriydi. Kâbe ile göz göze bakışarak kıldığımız bir yatsı namazı sonrası, otelin lobisine ulaştığımızda birkaç arkadaş “hocam sizi yana yakıla bir aile arıyor” demişti.

Biraz sonra imani duyguların hoşnutluğu ile adeta sarhoş olmuş bir çift aile yanımıza geldiler. Gözlerinden inci misali yaşlar akarken, beyefendinin söylediği cümleler, aynı duygularla hemhal olmaya bizi mecbur bırakmıştı.

Beyefendi adeta hıçkırıklar eşliğinde şöyle diyordu: “Hocam bugün öğle namazına eşimle beraber Kâbe’ye doğru yol alırken, önümüzde hasta annesini tekerlekli araçla Kâbe’ye tavafa götüren bir hanımefendi dikkatimi çekti. Annesine gösterdiği bu saygı ve hürmet sebebiyle gıpta ettim. Fakat tam yanından geçerken göz ucuyla yüzüne baktığımda cildinin çok olumsuz bir şekilde beni etkilediğini hissettim. Eğer, siz dün gece saat 02.30 da Kâbe’nin karşısında merdiven basamaklarına oturmuş bir vaziyette iken Zahir (r.a.) olayını bize anlatmamış olsaydınız, ben Kâbe’nin kapısına varana kadar eşime o kadının yüzündeki çirkinliği dakikalarca anlatırdım. Çünkü benim böyle bir zafiyetim vardı hocam. Ne mutlu bana ki; Sevgililer Sevgilisinin (s.a.v.), Zahir’i (r.a.) topluma kazandırdığı o muhteşem olayı anlattınız da, ben kendimdeki bu ayıbı ruhumdan söküp attım” dedi.

Evet, sevgili dostlar!

Bir insan kazanabilmek, bir insanı topluma kazandırabilmek, bir insanın gönlünü ruhunu onore ederek, ona yaşam zevki aşılayabilmek en güzel mutluluktur.

Bu mübarek günlerin ruhumuzda oluşturduğu hassasiyeti imanla yoğurarak, Kâinatın Sevgilisinin (s.a.v.) örnekliğini benliğimizde yaşayıp bu konulardaki hatalarımızla yüzleşebilmeliyiz.

Komşularımıza, iş arkadaşlarımıza, akrabalarımıza; küçümsemekten, kibirlenmekten arınmış bir duyguyla, imanın bir yansıması olan sevgi ile bakabilmeliyiz.

“Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de, gerçekten iman etmiş olamazsınız” ilahi ifadesini tanıyan, ruhunda taşıyan bir fert olabilmek ümidiyle.

Selam ve dua ile

Yaşar YAVUZ

422 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.