Son Dakika
Bir devlet okulunda öğretmenler odası. Sabahın ilk teneffüslerinden biri.
Hülya öğretmen sosyal statü anlamında konumu yüksek olan bir beyefendi ile evli. Yaşı 45-50 arası.
O gün adeta gece hiç uyumamış hali, gözlerinden ateşler çakmasını engelleyemiyordu.
Çok doluydu. Çok öfkeli olduğu her halinden belliydi.
Oturmuş olduğu koltuğunun arkasından geçmekte olan Din Kültürü öğretmenini hissedince, ani bir refleksle geriye dönüp “hocam” diye telaşla bağırdı. Bu arada heyecanla ayağa kalkmış, hitap ettiği öğretmeni yanındaki boş koltuğa sanki zorunlu bir halde davet etmiş, oturtmuştu.
Hülya Hanım’ın hali öğretmenler odasındaki bütün öğretmenlerin dikkatini çekmişti.
Ve heyecanla söze girdi: “Hocam lütfen bana anlatır mısınız? Peygamberimiz kendi evlatlığının karısını boşatıp, onunla yani, kendi gelini ile mi evlendi?”
Öğretmenler odası buz tutmuştu. Bu nasıl bir soruydu? Allah’ın insanlara “Biz seni, alemlere rahmet olarak gönderdik” buyurduğu bir peygamber nasıl olur da kendi gelini ile evlenebilirdi? Böyle bir şey mümkün olabilir miydi?
Evet sevgili Hasbahçe Gazetesi okurları!
Yüzeysel bir gözle bakıldığında olay böyle gerçekleşmişti. Yani Zeynep b. Cahş isimli kadın, peygamberin önerisi ve refakati eşliğinde evlatlığı Zeyd ile evlenmişti. Fakat oldu olası bu evlilik yürümemişti. Zeynep kendisinin soylu bir Kureyş kadını olduğunu, Zeyd’in ise bir köle azatlısı olması sebebiyle bu evliliği hiçbir zaman içine sindirememiş, kabullenememişti. Her ne kadar Hz Peygamber iki tarafa da sabır ve sükunet tavsiyesinde bulunmuş ise de, taraflar bu evliliği yürütemediler. Sonuçta boşanmak kaçınılmaz olmuştu.
Bu normal bir durumdu. Çünkü sevgililer sevgilisi(sav): “- Boşanmak Allah’ın helal kıldığı ama en hoşlanmadığı şeydir” buyurmuştu…
Buraya kadar her şey normaldi. Ama Hz. Peygamberin ayetlerle kendisine bildirilen ilahi bir emri, yani Zeynep ile evlilik emrini yerine getirince konu münafıklar için harikulade bir iftira kampanyası sebebi olarak sahiplenilmişti.
Bugünkü bazlı art niyetli insanların ana gayesi gibi, o günkü münafıkların da tek amacı peygamberin itibarını sıfırlamaktı. Hele bu saldırı bir insan için doğal olan cinsellik konusunda ise elbirliği ile üzerine gidilecek ve mutlaka sonuç alınacak bir gerekçeydi.
Münafıklar ve Yahudiler o günün şartlarında mal bulmuş mağribi gibi olayı sahiplendiler.
Hiç düşünmediler: “- Bu peygamberlikten vazgeçersen seni başımıza lider yapalım!..
Hastaysan, seni tedavi ettirelim!.. Evlenmek istiyorsan Mekke’nin Medine’nin en güzel kızlarını seninle evlendirelim!..
Zengin olmak istiyorsan, ayaklarının altına servetler sunalım” dediklerinde hiçbir teklifi kabul etmeyen o muhteşem zatı, bir kadına cinsel zafiyet üzerinden değersizleştirmeye çalıştılar.
O muhteşem zatın evlenmiş olduğu eşleri incelediklerinde, 25’inden 50 yaşına kadar tek hanımı ile yaşadığını…
Bütün evliliklerinin ise, 53 ila 63 yaş arası gerçekleştiğini, halbuki şehevi duygularla bakıldığında, bu evliliğin 25 ila 35 yaş arası olması gerektiğini, bir insanın 55 yaşından sonra şehvete dayalı bir evlilik yapamayacağını zerrece düşünmediler.
Zerrece düşünmedikleri bir gerçek daha vardı ki; o da evlendiği eşlerinin içerisinde sadece bir tek Hz Aişe’nin bakire olduğunu, diğer bütün eşlerinin torun sahibi yaşlı insanlardan oluştuğunu akıllarına getirmediler.
Tek amaçları ona olan sevgiyi zayıflatmak, itibar kaybetmesini sağlamaktı.
Bu konu üzerinde de müthiş senaryolar geliştirdiler. Şöyle ki:
Peygamber Zeyd’in evine geldiğinde kendisinin evde olmaması ve Zeynep’in de kıyafetinin dekolte olması iftirası sebebiyle güya peygamberin nefsi duygularının iftirasını attılar.
Yine Yahudilerinin ve münafıkların iftiralarını esas alan müsteşriklerin tarihi kayıtlarındaki uydurma bu senaryolar sebebiyle, günümüzde de bazı kendini bilmezler, aynı iftira kampanyasını yürütmeye devam etmekteler.
Düşünmediler ki Sevgililer Sevgilisi(sav) eğer, Zeynep ile evlenmek isteseydi, çok önceden bunu gerçekleştirebilirdi. Ama bu iftira girdabında boğulanlar, konuyu akıl süzgecinden değil nefis ve lekeleme süzgeci ile harmanlayıp peygamber sevgisini ortadan kaldırmaya çalıştılar.
Düşünmediler ki peygamberin en büyük özelliklerinden birisi İsmet sıfatıydı.Yani O, Allah’ın kendisine bahşettiği özellikle günah işlememe hususiyeti ile yaratılmıştı. Peygamberler günah işlemezlerdi. Onlar masumdu.
Yine düşünmediler ki; o günün şartlarında evlatlık edinmenin dinen mümkün olmadığını, her kişinin nesebi ile anılması gerektiğini, “Bir kimseyi evlât edinmekle onun babası olunmaz” kuralı yerleştirildikten ve eski evlâtlığının boşadığı kadınla Peygamber’in evlenmesi de sağlandıktan sonra bu kural, Hz. Peygamber’in adı ile tekrar dile getirilmekte, artık böylesi cahiliye adetlerinin peygamber hayatından somut bir örnekle ortadan kaldırılması gerçekleşmişti.
Çünkü cahiliye toplumunda Zeyd Muhammed’in oğlu diye anılmakta, evlatlık alınan bir çocuk kişinin diğer evlatları ile hukuki anlamda eşit kabul edilmekte ve mirasa ortak olmaktaydı. Bu ise gerçekte bir zulümdü.
Cahiliye geleneklerine göre evlatlığın öz oğuldan farkı yoktu. Öz oğul gibi varis olur ve eşi ebedi olarak haram olurdu. Kur’an ayeti ile bu anlayışın çarpık ve yanlış olduğu bildirilmektedir. Bu İslam hukukunda asla kabul edilemeyen bir husustu.
Zira cahiliye âdeti gereği daha önceleri Zeyd’e; “ Muhammed’in oğlu Zeyd” deniliyordu. Bir ayette ise “Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir” ifadesi ile söz konusu dedikodulara cevap verilmektedir.
Bugün Kur’an, peygamber eşleri müminlerin anneleridir, Peygamberin vefatından sonra hiçbir eşi hiçbir erkekle evlenemez hürmet ifadesine rağmen, Kur’an kendisine “Hz. Hatice senin annen hükmündedir” derken, onlar yüzlerinde müstehzi (alaycı) bir ifadeyle: “- İki kocadan arta kalan” diyebilecek kadar şeref yoksunu olan okumuşların bulunduğu bir toplumda, sıradan insanlar neler söylemez ki!..
Mümince bir ifade ile duamız şudur ki:
“Allah’ım!.. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri günah yüzünden bizi helâk mi edeceksin?” (A’râf, 155)
Hülya öğretmen o kısa tenefüste bu gerçekleri adeta nefes almadan dinlemiş ve yüzünde oluşan müthiş özgüvenli haliyle adeta yumruğunu sıkarak şu cümleyi söylemişti:
” Hocam, dün akşam bu konuları eşimin arkadaşı misafir beyefendiden dinlediğinde kanım donmuştu.
O kadar üzüldüm ki!.. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ama şimdi, o ukala kişi gelsin de karşımda bu konuları ağzını yayarak şımarık bir tavırla tekrar anlatsın bakalım. Allah’ın izniyle ona haddini bildiririm artık.”
Evet şuurlu bilgi, insan için muhteşem bir güçtü. Dini inancını, itikadını bilinçli bir şekilde öğrenmiş olan insanın, iftira hücumlarına akıl dalkıranı ile yapacağı savunma, cehalete ve art niyete karşı galebe çalmak demekti.
Hak dinin iki numaralı kaynağını fütursuzca harcamaya çalışan zavallıların varlığı bizi ürkütmüyor.
Cennet boşa yaratılmadı. Cehennem dahi lüzumsuz değil!
Hayırlı Cumalar.
Selam ve dua ile…
Yaşar YAVUZ
Yorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
09 Mayıs 2024 Eğitim, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Siyaset, Soru/Yorum, Tüm Manşetler
30 Nisan 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Sivil Toplum, Siyaset, Tüm Manşetler
26 Mart 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler
13 Aralık 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler