logo

İdeolojik Evlilikler

İdeolojik Evlilikler

İdeolojik Evlilikler

Rafet’in başını duvara vurası geliyordu. Eşrefi mahlûkat vurgusunun en temel öğretisini erken yaşlarda öğrenmiş olmanın izdüşümüyle, mevcut hayatın dayatmaları arasında ruhunun kapalı bir fanusun içerisinde yaşamaya icbar edilmesini bir türlü hazmedemiyordu.

İdeolojik bir evlilik yapmıştı. Aynı kitabı okuyan, aynı cemaat kültüründe yetişen, aynı havaları yıllarca teneffüs eden bir yapının dişi ve erkek versiyonlarıydı. Kapalı devre yaşadıkları İslami hayat içerisinde; bir kızla konuşmayı bırakın, bakmak bile onlara günah olarak öğretilmişti. Bir arkadaşının eşinin arkadaşı olarak başlayan süreç, kısa zamanda evlilikle sonuçlanmıştı.

Dünya hayatının gelip geçici olduğunu her fırsatta vurguluyor, tüm yaşantısını Allah’ın rızasına uygun hale getirmeye çalışıyordu. Bu bağlamda evlilik onun için asla zihninde sorun olabilecek bir şey olarak düşünülmemişti bile. Arkadaşlarının geçimsizliklerini anlayamıyor hatta müstehzi yaklaşımlar içinde oluyor; ben sizin gibi olmam diye de büyük laflar ediyordu. Evlilik Allah için olmalıydı. İlahi istikamete giden yolda mutmain olmanın ancak böyle bir evlilikle mümkün olacağını hayal ediyordu. Başka bir şey düşünmesi neredeyse mümkün görünmüyordu.

Sorun yaşayabileceğini aklının ucundan bile geçirmeyecek kadar böbürlenmişti aslında. Sonradan anladığı gibi; ben kibirlendim, aklıma güvendim ve bunları hak ettim diyecekti…

Allah’ın rızasına uygun bir evlilik anlayışında; kavga, geçimsizlik, tahammülsüzlük, hakaret, zulmetme gibi olasılıkların mümkün olmayacağını düşünmüştü. Eş, dost, arkadaşlarının boşanma noktalarına gelmesini ve eşiyle geçimsizlik yaşamalarını bir türlü anlayamıyordu. Ancak evlilik tecelli ettikten sonra bazı şeyleri anlamaya başlamıştı.

Nasıl bir Müslüman çift, şiddetli geçimsizlik içerisinde olabilirdi. Yola koyulduğunda evliliğin ideolojik temellerle olan bir şey olmadığını, bazı olumsuzluklarla hafif yollu hissetse de tam anlayamamıştı. Ne zamanki tüm badirelere rağmen düğün yapılmış evlilik ifa edilmiş üzerinden bir yıl geçmişti ki onlarca üstünü örttüğü birçok şeyin şak diye karşısında durduğunu görüyordu.

Saatlerce telefonda ideolojik aşk yaşadığı sevgilisi, evlilik sonrası başka bir boyuta geçmişti. Anlam veremiyordu bu değişime, aynı şekilde eşi de ondaki değişimleri anlamakta zorlanıyordu. Dinsel eksenli evliliklerinden bir çocukları olmuştu. Sevimli afacan bir erkek çocuk, ailenin yeniden şekillenmesine belki katkı sağlayabilirdi. Kendince sorunların çocukla biteceğini düşünmüştü ama daha da karmaşık hale gelmesi ayrıca üzüyordu ruhunu. Ne hikmetse sorunlar hiç bitmiyordu. Anlam veremedikleri bir gerilim hattı içinde yaşayıp gidiyorlardı. Belli belirsiz zamanlarda eften püften mevzular bile onların huzurunu bozmaya yetiyordu. Neredeydi okuduğu, bildiği tahayyül ettiği huzur sokağı. Neden tartışıyoruz sevgili karıcığım, neden anneme şöyle davrandın, babama bunu dedin, beni şu ortamda aşağıladın? Aynı şekilde eşi de; neden tartışıyoruz biz, beni neden üzüyorsun sevgili kocacığım diyordu. Kocasının onu hiç anlamadığını, her zaman sorun çıkaran kişinin o olduğunu, kendi anne-babasına karşı kaba davrandığını vs söylüyor, üstelik bunu eş, dost, akrabalarla paylaşıyor bunların kocasının kulağına gitmesinden de hiç rahatsız olmuyordu.

Meseleyi anlamıştı Rafet. Ah oda arkadaşım Mehmet beni mahvettin. Kitaba bağlı bir evlilik yerine adaba bağlı bir evlilik yapsaydım ya. Bunların belki de pek çoğunu yaşamayacaktım diye dostuna her fırsatta vesile olduğu için sitem etmeyi de eksik bırakmıyordu. Ah bu ideolojik evlilik ah diyordu.

Yıllar yılları kovaladı, olaylar, olaylar üzerine inşa edildi, kavgalar gürültüler derken tamı tamına beş yıl geçmişti. Gözlerini vitrindeki biblolara dikti ve maziye doğru bir yolculuk yaptı. Kalbindeki öfkenin, avuç içinde yumruğa dönüşmesine engel olamıyordu. Anladım dedi, anladım. İnsan ideolojik evlilik yapmamalıdır.

Evlilik insan eksenlidir, yaradılış formatındaki uyum, ahenk ve muhabbet esaslıdır. Ama iş işten geçmişti. Beş yıl içinde değiştiremediği eşiyle ilgili verebileceği hiçbir karar yoktu. Kendini sadece boşluğa ve hayatın akışına bırakmıştı. Konsolun üstünde duran vazolar, evlilikten sonra bir iki defa değiştirilen yeni alınmış koltuklar, internetten büyük bir özentiyle alınmış duvar saatleri, tek taş yüzük, son model telefon, ayakkabılar, elbiseler her ikisinin de ideolojik düşüncelerine uymuyordu evlilikten önce. Ama ne olduysa evlilik sonrası eşi bu akışın içinde kaybolmuş, yetmemiş kocasını bu geminin paralı kaptanı yapmıştı. “İdeolojik evlenen kocalar, evlilik gemisinin paralı kaptanlarıdır, karıları maaşlarını kocalarından alır ve yine kocalarına verir ve o gemiyi istedikleri yere sürükleyip keyfince eylenirler” diyordu içinden her öfkelendiğinde. Bağırası geliyordu içinden “evlenmeyin ey millet, pişman olacaksınız!” Bu öfke birçok kez dışa dönük patlama yapsa da; eşinin anlamsız bakışlarla “ne oldu aşkım, neye kızdın” sözlerine karşı; “ah bir bilsen” meselenin “pazarcıya neden pahalı satıyorsunuz, dolar düşmedi mi kardeşim?” sözlerindeki sert tonları arasında “sana matuf nelerin olduğunu” diye bağırası geliyordu içinden. Sadece melül melül boşluğa bakar gibi bakınıyordu eşine karşı.

Zavallılar diyordu etrafındaki tüm erkeklere, zavallılar. Herkes karısının dümenine girmiş, arkadaşlar arası aile ilişkilerinden tutunda, eve gelecek misafire kadar, annesi babası ve kardeşleriyle ilişkisine kadar her şeyi o mümtaz şahsiyet olarak bildiği ideolojik evlilik yaptıkları eşleri belirliyor ne kadar aptalız hepimiz diyordu. Kendisi de aynı cenderenin içindeydi. Köleyiz lan biz diyordu, özgürlüğe aç bir köle. Arada bir dertleştiği birkaç arkadaşı, onun bu isyanına misliyle karşılık veriyor “demek ki bu sorun sadece bende değilmiş” züğürt tesellisiyle konuyu değiştiriyordu. Keşke annemin hiç okumamış komşu kızı Hatice’yi alsaydım da bu kör ideolojinin kurbanı olmasaydım belki daha mutlu olurdum diyordu.

Gözlerini odakladığı vazodan çektiğinde, her zaman olduğu gibi hayatı, film şeridi gibi gözünün önünden geçmiş yine öfkeden suratı düşmüş vaziyetteydi. Birden eşinin başında yumuşak cümlelerle; “aşkım ne oldu yine mutsuz ve sorunlu görünüyorsun” sözüne “yok yok iyiyim” demek alışkanlığını devam ettirecekti, öyle de oldu; “yok bir şey, iş güç öyle dalmışım işte.” Kahve içer misin? Sualini duydu. Olur dese de içindeki öfkeyi nereye kusmalıydı?

İçtiği kahveler, bireysel mutluluk ve takıntılar, sen ben ve oğlumuz oyunları başını duvara vurduracak kadar içini daraltmıştı. Nasıl bir evlilik hayal etmiştim başıma ne geldi Allah’ım diyordu. İçini iş yerindeki bir arkadaşa döküyordu sürekli. Evlenmiş boşanmış bir sırdaşı vardı. Aman ağabeycim diyordu ben bir hata yaptım sen sakın ola ki yeniden evlenecek olursan bir daha asla “biz aynı düşünüyoruz” diyerek bir yanılgının içine girme. Evlilik insan eksenlidir. Evlilik, sabır ve şükür değerleriyle anlam kazanır. Sabretmeyen, şükretmeyen, sürekli şikâyet eden, sürekli eşyalarla mutluluk arayan kadınlardan uzak dur diye her gün telkinde bulunuyordu. Arkadaşı da artık bunalmış; yav abi sen eşine diyemediklerini eşinle yaşadığın tüm sorunları anlatıp duruyorsun. Eyvallah ama bunaldım artık deyip duruyordu. Ne yapayım birader bende insanım içimi birine dökmem gerekiyor, akıl veriyorum sana daha ne istiyorsun diye müstehzi sözlerle takılıyordu. Artık bu hayatın biricik oğlu için sabredilmesi gereken bir şey olduğunu düşünüyordu.

Sabretmeliyim diyordu ama öfkeliydi. Oğlum diyordu, gözleri doluyordu. Anne, babam diyor, neden ona gelmediklerini hatırlıyor ve öfkeyle duvara yumruk atmakla yetiniyordu. Yalnızdı, kalabalıklar içinde yalnız. İçindeki duyguları anlayabileceği kimsesi yok gibiydi. İçin için ağlıyor, hiçbir yere oturtamadığı bu sarmalı sadece Allah’a havale ediyordu. Ya rabbi bana yol göster, katından sabır yağdır…

Fatih Alim Daşpınar

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
2273 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.