logo

Kafamın Kasa Defteri

Kafamın Kasa Defteri

İçe dönük mizacım gereği herhalde duygu ve düşüncelerimi konuşarak ifade etmekten çok yazarak ifade ettim küçüklüğümden beri. Kimden duydum veya kim bana tavsiye etti günlük yazmamı bilmiyorum ama ortaokul yıllarından hatırlıyorum ders defterlerimin arkasına içinde bulunduğum mekânı ve duygularımı yazdığımı. Günlük tutmak için ayrıca defter alamadığımdan evde bulunan eski defterlerden kullanırdım. Şimdiki gibi pek süslü püslü defter de satılmazdı herhalde. Lisede ders defteri olarak kullandığım defterlerin boş sayfalarına yazardım hep. Bundan dolayı da lisede yazdığım birçok yazılar, şiirler ve hikâyeler yok oldu. Çünkü ben üniversiteye gittikten sonra yengem “bu eski defterler ne duruyor” diye hepsini atmıştı. Üniversite yıllarında ise babamın dükkân işlettiği günlerden kalan kasa defterini günlük olarak yazmaya başlamıştım. Bundan dolayı günlüğümü yazdığım deftere de “Kafamın Kasa Defteri” diyordum. Kasada saklanılan en önemli şeyler gibi benim de “ben” olarak bulunduğum sayfalardı o defter. Her gün samimi bir arkadaşla konuşur gibi konuşurdum onunla.  Duygularımı, sevgimi, yalnızlığımı, öfkemi korkmadan, çekinmeden sayfalarına açardım. Benim dostum olmuştu günlüğüm. Öyle bir dost ki zaman ve mekân sınırlaması olmadan her an benim yanımdaydı. Şehirlerarası bir otobüs yolculuğunda, köyde incir toplarken güneşin altında, dinlenme saatlerinde zeytin ağacının üzerinde, hocalar ders anlatırken sınıfın arka sıralarında, sokak lambasının pencereden sızan loş ışığında, yurdun, ruhsuz sarı renkli duvarları arasında hep beni dinlerdi.

Sonra…

Sonra, üniversite bitti ve gökyüzünden gerçek hayata giriş yaptım. Gerçekler, sorumluluklar, koşturmalar, yetiştirilmesi gereken günlük işler, ara ara kuytu köşelerde, ıssız yerlerde sessizce buluşurduk. Ona çocuklarımı anlatırdım, yine dinlerdi beni. Küsmeden, neredeydin diye sitem etmeden.

Sonra, on küsur yıl açmadım kapağını defterin. Okunur tedirginliğiyle sakladım çeyiz sandığıma.

Sonra, yüksek lisans yaparken “Hatırat sosyolojisi” dersinde ödev olarak hatıralarımızı yazmamızı istedi hocamız. Tam anlamıyla çeyiz sandığımın en altından, kat kat sardığım bezlerin arasından günlüğümü çıkardım. Yıllardan beri okumadığım sayfaları açmakla başladım işe. Sonraki okuduklarımda hoşuma gitmeyen şeyler olmuş herhalde, bazı sayfalarını koparmışım. Yıllar sonra yazdığım yazıları sayfaları gördükçe, kaleme aldığım anları yeniden yaşadım. Satırları okudukça gördüm ki, yaşadıklarımla yüzleşmek, hatıralarla yeniden yollarımı kesiştirmek o kadar da kolay değilmiş. On sekiz yaşında ilk defa evinden ayrılan, soğuğu, yalnızlığı, okuma sevdasını içinde tutkuyla yaşayan bir genç kızla karşılaştım satırlar arasında. Duygularım ilk günkü gibi çağlamaya başladı. Farkettim ki, yalnız ve soğuk Erzurum gün ve gecelerinde benim en sıkı yoldaşım olmuş defterim. Yıllardır görmediğim bir dosta sarılır gibi sarıldım ona. Bu sürede yıllardan beri yazmamakla kendimi ne kadar ihmal ettiğimi düşündüm.  Günlük yazdığım zamanlarda ruhum nefes alıyormuş. Zihnim yaşadıklarımı özümsüyor, kendime dışarıdan bakma, davranışlarımı gözden geçirme imkânı buluyormuşum. Sessiz, sakin görünüşün altında, içimde çağıldayan bir nehir varmış. Yazarak içimdeki bu nehirde yıkanıyormuşum. Okudukça içime, hatıralarıma bir yolculuk yaptım. Bu okuyuş bana yeniden günlük yazmam gerektiğini tembih etti.

Sayfaları karıştırdıkça resimler, mektuplar, yazışmalar, dostluklar hücum etti bilincime. Hepsi derin bir uykudaymış. Meğer hatıralar yaşanıp gitmemiş. Meğer ben yaşadıklarımın üzerine bina etmişim kendimi. Yaşadığım her tecrübe bir tuğla olmuş ve kendimi yeniden inşa etmişim. Meğer hepsi içimde çok tazeymiş, hiç geçmemiş, yaşanıp bitmemiş, çok yakınmış. Günlüğümü okudukça kendimle yeniden yüzleştim.  Yaşadığım, unuttuğum zorlukları hatırladım.

Şimdiki gençlerin kıymetini bilmedikleri birçok nimete ulaşmak için ne kadar mücadele etmişim. Yürüyüşler, boykotlar, açlık grevleri… Aldığım cezaların, resmi evrakların hepsini arşivlemişim. Yaşadığım her anı kayıt altına almışım. Kitapların sayfalarına tarih düşüp içinde bulunduğum ortamı ve duygularımı not etmişim. Mektupların hiç birisini atmamışım. Bayram ve yılbaşı kartları dâhil. Elime geçen her şeyin önce bedelini ödemişim. Yalnızlığım, bu bedelin faturasını biraz ağır kesmiş. Her sıkıntımda, daraldığımda her zaman açık olan Allah’ın kapısına sığınmışım, Rabbime müracaat etmişim, O‘nun avuçları arasında sükûneti bulmuşum. başka sığınacak kimsem de yoktu zaten.

Şimdi geriye baktığımda ne çok şükredecek şeyim olduğunu görüyorum. Ve bugünden üniversite yıllarında günlükte yazılı olan küçük kıza baktığımda onun içindeki gücünü gördüm. Ne istediğini bilen, kendine inanan, inandığı değerler uğruna zorluklarla karşılaşmaktan ve feda etmesi gerekenleri feda etmekten çekinmeyen, iradesi sağlam, olaylar karşısında dik bir duruşu olan, içinde fırtınalar kopsa da dışarıya hep sakin ve kararlı görünen bir Şehri. Doğrusu kendimi takdir ettim. Yaşadığım her zorluk bir nimetmiş benim için. Beni büyütmüş ve güçlendirmiş. Yeni bakış açısı kazandırmış. Derin ve dingin olmanın yolunu açmış.

Elhamdülillah!

Günlüğümle yıllar sonra karşılaşmak iyi geldi. Nemli gözlerle eski bir dostla konuşmanın memnuniyetini yaşattı bana. Günlüğüm beni kendimle yakınlaştırdı.

Teşekkür ederim eski ve eskimeyen dost.

Şehri KILIÇ

Etiketler: » » »
365 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.