logo

KEP’TEN GEÇTİK DE, HEPTEN Mİ GEÇTİK

KEP’TEN GEÇTİK DE, HEPTEN Mİ GEÇTİK

KEP’TEN GEÇTİK DE, HEPTEN Mİ GEÇTİK

Öteden beri düşünmüşümdür memurlar niçin kravat takmak zorundadır diye. Bir iş yapmak için, bilirim en az zarf kadar mazruf’da önemlidir. Lakin mazrufun hatırına başkasından gelen ve iğreti duran zarfa katlanmak doğru mudur? Askeri üniforma gibi öğrenciliğimde yıllarca giyinmek zorunda kaldığım lacivert ceket, gri pantolona olan soğukluğum, uzunca bir süre takım elbise giymekten alı koydu beni.

Şimdi bayram değil seyran değil nereden çıktı bu muhabbet diyeniniz olacaktır. Sene sonu geldiği için ben de nükseden “kep krizi” nin böyle konuşturduğunu sananlar da olacaktır. Ne yaparsak yapalım, öğrenmek için de eğlenmek için de bize ait olmayana öykünmeyi, yaşam tarzı haline getiren yeni nesle de bu duruma teslim olanlara da kerhen rıza ile sessiz kalanlara da ne istediğimizi anlatabilecek imkân yok. Hiç olmazsa, özeleştiri sadedinde kulak verin söyleyeceklerimize.

Bir dostumun meşhur sözü yankılanıyor kulaklarımda şu aralar. Değiştirmek için gelen lakin kendisi değişerek dönüşen makam sahipleri için “Ya oturduğunuz koltuğun hakkını verin ya da koltuğu terk edin!” ikazından bahsediyorum. Mezuniyet törenlerinden, fırlatılan kep’ lerden, bize ait olmayan kara cüppeler’den bahsedecek değilim. Başka şeylerden bahsederek biraz canınızı sıkmak istiyorum.

Hepimiz bir vakitler sade öğretmenler idik eğitim camiasında. Elimizden geldiğince rengimizi vermeye çalışıyorduk bilgiyle donattığımız genç zihinlere. Bir tanesine dokunabilir ve istikamet kazandırabilirsek bu bizim için saadetlerin en büyüğü idi kuşkusuz. Gün geldi bir kısmımız, bize yön verenlere istikamet vermek için yöneten olduk. Koltuk sahipleri arasına katıldık. Eğer bu imkânı, imanımızın emrine amade kılarsak, sırtımızdaki yükün hakkını verebilirdik. Öğrenmenin yolunu da eğlenmenin usulünü de biz belirleyecektik. Okumayı “Yaratan Rabbinin adıyla!” başlayan bir ufukla tanzim etmeliydik. Ok atacaksak sadak bizden yay bizden olmalıydı. Güreş tutacaksak minder bizden kıspet bizden olacaktı…

İsimler değişince resimlerin de değişeceğini sanma yanılgısından uyanırsak sormaya başlayabiliriz. Mesela hiç gündemimizi meşgul etti mi spor yaparken savrulmanın hesabı? Eğlenirken kendi köklerimizden uzaklaşmamız rahatsız etti bizi?!

Hadi Kep’ten geçtik diyelim hepten mi geçtik hassasiyetlerimizden. Tam da buradan sormak istiyorum; spordan mesela. Hadi diyelim gücümüz yetmiyor, boyumuzu aşıyor uluslararası müsabakalarda katlanıyoruz bizi bozan karelere, şunlara bunlara, ortada file oynanan voleybola, güreşe, futbola…

Peki, kendi yetki ve sorumluluğumuzda olan bir müsabakalarda kendi ellerimiz ile kızlarımıza şort giydirerek sahaya sürmek de neyin nesi oluyor? Kaçak güreş yapacak değilim. Çok uzaklardan da örneğe gerek yok. Çalıştığımız okuldan, görev yaptığımız ilçeden, şehirden bahsediyorum. Hepimizin başımızı iki elimizin arasına alarak düşünmesi gereken savrulmadan söz ediyorum. Bir voleybol turnuvasından fotoğraf karesi ile yüzümüze tokat gibi çarpan hakikatten ırak gerçeğimizden bahsediyorum.

Sporun iman şartlarından değilse bu, bizi kör ve sağır eden nedir? Bizi farklı kılan hassasiyetlerimizi yok sayarak, kendi hakemlerimiz ve kendi sahamız ortada iken kendi çocuklarımıza şort giydirmeyi reva görmek izahı kabil bir durum mudur?

Kendimden başlamak üzere bu vebale, aşağıdan yukarıya ortak olan herkese diyorum ki; Ya oturduğumuz koltukların hakkını vermeliyiz ya da vebalimizi büyüten o koltukları terk etmeliyiz.

İdris Şekerci
Eğitim-Bir-Sen İstanbul 6.Nolu Şube Başkanı

Etiketler: » » » » » » » »
2541 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.