logo

NASİPSİZ NEFSİN RAMAZAN SERÜVENİ

NASİPSİZ NEFSİN RAMAZAN SERÜVENİ

Bilindiği gibi, Kur’an’da “nusûk” olarak geçen ibadetlerin bütün yönleriyle insanı ve toplumu terbiye etmek gibi bir hikmeti vardır. Nefsinin arzularını tatmine meyilli ademoğlunun maddi ve manevi eksikliklerini gidermek, onu günahtan ve aşırılıklardan korumak, hayra ve selamete yönlendirmek ibadetlerin tabiatındandır. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı (maûn) hedef alan ibadetlerin ise toplumu terbiye etmek gibi bir hikmeti vardır. Pazarlıksız, şevkle, huşu içinde yapılan ibadetler böylece hem insanı, hem toplumu birçok alanda terbiye eder. Terbiye edilmiş bireylerden oluşan bir toplum da, haliyle daha ahlaklı, daha huzurlu ve daha sağlıklı olacaktır.

İslamda ibadetler ölü ve anlamsız ritüeller değildir; bilakis fonksiyonel bir hikmete hizmet eder, hatta bir dünya görüşü inşa etmeyi amaçlar. Daha vazıh şekilde söylersek, yüce İslam dini “yaşayan bir din” olarak ibadî ritüelleriyle bir dünya görüşü tesis eder! Bu manada ibadetler, bir dünya görüşü, bir yaşama tarzı “tesis etmekle” İslamı benimseyen insanları tamamlar. Kısaca ifade edersek “nusuk” tabir edilen ibadetlerin tamamı; müslüman olmanın mütemmim cüzü, İslam’da mümin ferdi, mümin aileyi ve müslüman toplumu inşa etmenin olmazsa olmazıdır!

Aslında farz olan ibadetlerin yanı sıra bütün İslami ritüellerin amacı da budur! Ramazanın da, bayramın da, cenaze namazının da, nikâhın da, şahitle yazıya dökülmüş akitlerin de vs…

Son yıllarda, özellikle ramazan ve bayramlar, muhafazakâr Belediyeler tarafından bir eğlence/etkinlik/konser ve tüketim festivaline dönüştürülmüştür. Bu eğlence ve etkinlikler aynasında suretini görmekten aciz Müslümanlar, kendilerini korkunç bir tüketim çılgınlığına kaptırmış bulunuyorlar. Fert ve cemiyet planında öncelikle kanaati öğretmeyi hedefleyen mübarek ramazan ayında, maalesef Müslümanlar tüketme, harcama ve yeme-içme histerisine kapılıyorlar.

Anlaşılan “nefis tezkiyesi” günümüzde müslümanlara ağır geliyor olmalı ki, ramazan boyunca adeta bohem bir hayat yaşamayı tercih edebiliyorlar. Bu bohem hayatın bir ay boyunca kamuoyuna yansıyan ve değişmeyen temel ritüelleri;             

*Çılgınca alış veriş yapmak; gün boyu marketleri ve fırınları yağmalamak,                                                  

*Ev hanımlarının alışveriş çılgınlığından sonra -sanki birbirleriyle yarışırcasına- hunharca çeşit çeşit yemek-tatlı yapmaya koyulması,

*Günün boşta kalan bölümünde evde yahut iş yerinde uyumak, başka bir deyişle orucu uykuya tutturmak,                                                                                                      

*İftar ve sahurda tıka basa yemek ve içmek; evlerde israfı sel etmek,

*Lokanta ve otellerde verilen çılgın (kurumsal)  iftar davetlerine katılmak; açık büfelerle, yiyemeyeceği kadar yemeği masaya yığmakla israfta rekor kırmak (gerçi normalin de lüks olandan farkı kalmamıştır.)

*Belediyelerin verdiği gereksiz ve şov odaklı kalabalık mahalle-meydan iftarlarında israf ve gereksizlik rekorunu zorlamak,                                                                                                         

*Yarışırcasına salatin-tarihî camileri gezmek/doldurmak, yarışırcasına teravih kılmak (o hızda namazda huşu duymanın imkânı yoktur),                                                                                                                     

*Belediyelerin, ramazanda -olması gereken- tevazu ve maneviyatı değil, adeta bir panayırı andıran eğlence mekânlarında; konser tiyatro, stand-up, Hacivat-Karagöz kovalamak ve iftar çadırlarının kalabalığında zaman geçirmek!

Oysa bunlar ramazan manevyatını yaşamak olamaz, insana birşey kazandırmaz! Eğlence ve israf ramazanın hikmetinden olamaz! Bunlar sabun köpüğü gibi geçer gider, muhasebe yapabilen insanın elinde sadece pişmanlık kalır!

Eğer;

Nefsimizi ramazan boyunca önümüze serilen tüketim ve eğlence kültürüne kaptırırsak, Ramazandan nasibimiz olan maddi ve manevi faydayı sağlayamayız. Gün boyu ibadet ve taat ile meşgul olmak varken, gönlü zikir ile, dili Kur’an ile tatlandırmak gerekirken, kendimizi (özellikle hanımlar) marketlerde alış veriş histerisine kaptırırken buluruz. Geceyi gereksiz ve bereketsiz bir şekilde uyumadan geçirip, gündüzden kalan zamanı uykuya ipotek ederek iftarı açarsak, ramazanın sıhhate ilişkin faydalarını ıskalamış oluruz. Mütevazi evlerimizde kurulan kral sofralarında Allah ne verdiyse ölesiye yiyip içerek iftarda sünnetin gereğini yerine getirdiğimizi sanıyoruz. Oysa Sünnetin, sofrada ne varsa öğütme makinesi gibi “sünnetleyerek” ikame edilemeyeceğini bilmemiz gerekmez mi? Nefes alamayacak kadar yemenin, cami cami ve panayır panayır yürüyemeyecek hale gelecek kadar koşturmanın, yarışırcasına teravih namazı kılmanın İslami bir yaşam tarzı olamayacağı bir yana, o kadar yemeğin üstüne bunca koşturmacanın bir de hayati risk oluşturduğunu bilmek vücubiyet değil midir?

O şişkin mide ile koştur koştur teravihe, imam efendinin arkasında adeta yarışa dönüşen namaza iştirak etmeye… Neresinde huşu, neresinde huzur! Üstelik teravih; rahatlamak, dinlenmek anlamına gelirken, namazı tıka basa dolu bir mideyle ve bir an önce kurtulmak istercesine en hızlı modda kılmak anlaşılabilir bir şey midir? Ardından bir de sahur ziyafeti geliyor; aynı mükellef sofra gecenin bir vaktinde yine kuruluyor; zaten dolu bir mideye işkence edercesine yiyecek-içecek ne varsa yeniden boca ediliyor. Ertesi günü aç ve susuz geçirme korkusuyla (ki orucun temel amacı tam olarak budur!) bedene yapılan bu eziyet, hem orucun hikmetini, hem sünneti seniyeyi ıskalıyor, hem de bedene zarar veriyor, hastalıklara davetiye çıkarıyor. Lakin farkında olan kim? Her sene bıkmadan usanmadan hep aynı yanlış, hep aynı yarış!

Ramazanlarda Kur’an ve Sünnete aykırı bir şekilde yapılan iftar ve sahurlar sonucunda; keşke hastalanan ve ölenlerin bir istatistiğini tutmak mümkün olsa. Bu şekilde, saat 20.00’den sonra tıka basa yeme içme durumunda, midenin biyolojik olarak yutulanı sindirme imkânı yoktur. Dolayısıyla insan için bedenî ve ruhî bir işkenceye dönüşen bu süreçten; özellikle şişman/obez müslümanların sıhhatle sıyrılmaları bana pekte mümkünmüş gibi görünmemektedir. Sünnet incelendiğinde, hem açın ve susuzun halinden anlamak, hem de vücutta bir yıl boyunca biriken toksinleri, zararlıları atmak anlamına gelecek mütevazi bir iftar ve ondan daha mütevazi bir sahur ancak insana bedenî ve ruhî bir sıhhat verebilir. Ramazan, oluşturduğu manevi iklimin yanı sıra, onbir ayın üstüne aslında müslümanlara sıhhat kazanmak için biyolojik manada ve en doğal şekilde diyet ve detoks yapma imkânı sunmaktadır! Lakin müslümanlar söz birliği etmişçesine ısrarla bundan yüz çevirmekte, haliyle ramazanın da, orucun da hikmetini ıskalamaktadırlar! Sonrada o manevi iklimi yorucu ve anlamsız koştumacalarda ve “ramazan eğlencelerinde” yakalamaya çalışmak gafletine düşmektedirler!..

Ne yazık ki, günümüzde bu endişelerimizi Müslümanlara anlatmak çok zor ve hatta imkânsız görünmektedir. Toplum önünde ramazan boyunca ekranlara çıkan hoca efendilerin ve kanaat önderlerinin çoğunun şişman denilecek kadar kilolu olduğunu şuraya not edersek, bunun imkânsızlığı daha endişe verici şekilde ortaya çıkacaktır. Ne kadar acıdır ki, ramazan boyunca kilo almayan müslüman sayısı yok denecek kadar azdır; bu hakikat mübarek ramazanın ve orucun hikmetini ne denli ıskaladığımızın da açık tescilidir!

Nefsin eğer ramazandan, oruçtan, Kur’an’dan, zikirden, bayramdan ve sağlıktan behresi yoksa, aslında ramazanın da bir anlamı yoktur, orucun da! Ramazan ayının müslümanlar için, maddi ve manevi anlamda bir imkân olduğunu, bereketlenme, temizlenme ve yenilenme ayı olduğunu bilmeyen, farketmeyen nasipsiz nefse söyleyecek bir sözümüz yoktur! Onlar, doğrudan muhatap oldukları Kur’anı okumak/anlamak, zikirle meşgul olmak varken, mübarek ramazan ayını tüketim ve eğlenceğe dönüştürerek; iftarda gurme, sahurda obez, meydanlarda panayırcı, teravihte yarışmacı olmaya, ramazanı bir serüvenmiş gibi yaşayamaya devam ededursunlar!

Lakin, bu ilahi imkânı değerlendirme derdinde olan samimi müslümanlara ulaşırsa sözümüz, bereketli bir ramazanın idrak edilmesine vesile olmakla kendimi bahtiyar sayarım…

Ramazanın sizlere, ülkemize ve bütün Ümmet-i Muhammede hayır ve bereketler getirmesi dileği ile…

Necdet MEŞE

Etiketler: »
122 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.