logo

NEYİ KAYBETTİĞİNİ BUL

NEYİ KAYBETTİĞİNİ BUL

NEYİ KAYBETTİĞİNİ BUL

İnsanı sadece olumsuzluklarıyla saymaya kalkışırsak, içinden çıkmamız mümkün değildir. Bir insanı, kendi ellerimizde ve zihin derinliklerinde eze eze bi tâb olduğumuz ve hayatı çekilemez kıldığımız bir atmosferi de kendi ellerimizle inşa ettiğimizi ve hayatı çekilmez hale getirdiğimizi de bu bağlamda görmemiz gerekiyor.

Her insan, mutlaka karşı taraftaki insanda kusur görür. Bu onun sabır damarlarını beslemesi gereken hasletlerdendir. Her insan mutlaka karşısındaki insanda güzel özellikler de görür. Bu da onun merhamet ve rahmet damarlarını besler. Burada insan aslında derinlemesine düşündüğünde, dünyalık tercihle ahiretlik tercih arasında kalmış olacaktır. Eğer ahirete mahsus bir düşünce ile hâdiselere ve muhatabına bakacak olursa, kendi zihin dünyasında ve pratik hayat surecinde de ciddi merhale kat etmiş olacaktır.

Allah’ın Kur’an’da sabır ve şükür ayetlerini çokça zikretmesinin hikmetleri, hayatı iki temel üzerine oturtması, muazzam derecede eşsiz bir dengeyi işaret eder. O, zorluklara sabretmemizi emreder, buna bağlı olarak da affetmemizi emreder. O, güzelliklere şükretmemizi emreder, buna bağlı olarak da infak, sadaka ve zekât vermemizi emreder.

Peki, bedenin zekâtı nedir? Ya aklın? Ya malın zekâtı, sadakası ve infakı? Bütün bu değerleri şapkayı çıkartıp önümüze koyarak yaşadıklarımızı ve yaşattıklarımızı mezcederek kendimizi askıda duran bir aynaya çerçevelediğimizde, karşımıza bambaşka bir insan çıkar. Herkes, bir anda kaybettiği karısı için ya da kocası için ağlar. Çünkü onunla halvetiyi, acıyı, merhameti, öfkeyi, sevgiyi ve hüzünleri birlikte yaşamıştır. Ama hiç kimse merhamet ve insanlık değerlerini bırakarak terkettiği bir insanın arkasından ağlamaz. Çünkü insan merhamet duygusunu, öfkeyle bastırdığı vakit karşısındaki insanı düşman görür. Merhamet duygusunu ani bir ölümle vicdanıyla yüzleştirdiği vakit karşısındaki insanın erken kaybedildiğini düşünür ve ağlar ve ölülerin arkasından her zaman hüzün yâd edilir, onun iyi yönleri ortaya çıkartılır. Çünkü artık yoktur o. Çünkü bir daha geri gelmeyecektir…

İnsanlara bu yönüyle bakmak gerekmez mi?

Evet, insan yığınla hatalıdır, bir sürü kusurları vardır. Hayatın içinde akışı tersine zorlayan bir ruh hali içindedir. Muhataplarımız…

Peki ya onları değiştirmek yerine kabullenip dönüştürmeyi hiç düşündük mü?

Zor bir ayraç! Değiştirmek ne, dönüştürmek ne? Değiştirmek zor bir haldir ama insan dönüşüme açıktır. Dönüşüm var olanı ihya çabasıdır. Değişim var olanı imhadır. Bu ikisi arasındaki ayrımı ıskalayan günümüz kadın ve erkeği, hayatı kendi elleriyle çekilmez kılmanın anlamsız dünyasını inşa ederler. Bu ise mutsuz sondur. Evrensel düşünememektir. Merhameti, evin en küçük odasına hapsedip, geniş salonlara öfke saçmaktır.

Burada insan, aslında inandığı değerlerle yüzleşir. Ben nasıl Müslümanım? İman bana sabrı emrediyorken, ben ne kadar sabrediyorum?

Öfkemi evin en küçük odasına hapsedip, sevgi ve merhametimi en geniş salon ve hemhal olduğumuz yatak odasına ne kadar yansıtıyorum? Onun tüm açlıklarına ne kadar karşılık verebiliyorum?

Evliliklerde kadın, kendisini toprak gibi görmez. Üzerine düşün yağmur tanelerini içine alan, tohumları içine alan, acıları içine alan, keder ve hüzünlerin setresi olan olduğunu düşünemezse, kendini erkek gibi görür ve ben de tohumum, ben de yağmurum, ben de acıları zehir gibi kusarım derse hayat orda iki varlığın tek varlık olma insicamında biter. Çünkü kusurların terbiyecisi ve örtücüsü yaradılış sırrına bağlı olarak annedir, eştir, kadındır. Kusura meyyal olan edilgen değil de her daim etken olan ise hiç şüphesiz erkektir!

Kadınlar, erkekleri çocukları gibi görüp merhamet kanatlarını açtıkları vakit, nasıl bir insana insan (kendileri de dâhil) dönüştürmüş olacaklarını göreceklerdir. Ama bu bağlamda ıskaladığımız ve kendimize yabancı olduğumuz şeyler o kadar çok ki…

Demem o ki önce merhamet ve hoş görü, önce sabır, önce bağışlama. Rahim sıfatının tecelligâhı evvelâ kadına ait bir eylem olduğunu görmek gerekiyor. Kadın fiziken rahim sahibidir. Bir çocuğun can bulduğu rahim ondadır. Rahim sıfatı özel bir sıfattır. Erkekte ise rahman sıfatı vardır. Geneldir, geniş anlamlıdır.

Şimdi siz rahim sıfatına haiz olanları, rahman sıfatının sahasına zorlarsanız, basit görünen o muhteşem dengeyi bozmuş olursunuz. O bağlamda kadın ve erkeğin merhamet kapılarının yapısal durumları bile o kadar yakınmış gibi görünse de keyfiyetli miktarda birbirinden uzaktır. Biri dış duvar eksenlidir, diğeri iç duvar. Biri örter, diğeri serper. Biri tohumdur, diğeri toprak. Biri meme emerek büyümüştür. Diğeri memenin bizatihi sahibidir.

Tüm yaşlı erkekler eşleri öldüğü vakit çökerler. Çünkü erkekler, tek yaşayamazlar. Çünkü onların damarlarındaki muhtaç olduğu değerler yerle bir olmuştur. Sığıntı olamaz. Oğluna yabancıdır, kızına yabancıdır. Sosyolojik bir travmadır erkeğin yalnızlığı…

Konular uzun ve derin dostlar…

Herkes neyi kaybedebileceğini, neyi kaybetmemesi gerektiğini iyi düşünsün!

Vesselam

Fatih Alim Daşpınar

438 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.