logo

ÖLÜMDEN AZ ÖNCE

ÖLÜMDEN AZ ÖNCE

Virginia Woolf’un, “Hasta olmak Üzerine” Yazısının Düşündürdükleri…

“Hasta olmak Üzerine” Virginia Woolf’un, bilinç akışı tekniğiyle alışılan kitap ve roman tekniğinden uzak, kelimeleri bir olaya ve kurguya bağlamadan serbestçe yazdığı bir yazı. Manik depresyon hastalığından dolayı ölümü sık sık düşünmüş olmalı ki bu yazısında sanki ölmek üzere olan birisinin iç hesaplaşması hissediliyor. Woolf’un özgür ruhu yazılarına, bakış açısına ve hayat tarzına da işlemiş görünüyor. Woolf, okuyucularına vekâleten yazmış yazılarını. Özgür ruhuyla kimsenin dile getiremediğini dile getirmiş, kimsenin inmeye cesaret edemediği insanın kendi iç dünyasının karanlıklarına inmiş, kimsenin yüzleşemediği iç yaşantılarla yüzleşmiş ve bunu yazmaktan çekinmemiştir. Hayat akışında olduğu gibi yazıda da kendi özgünlüğünü konuşturmuştur. Yazısında belli bir olay kurgusu yoktur, Zaman ve mekân, olaylar ve kişiler iç içe geçmiştir. Woolf, mevcut sistemin devamı için var olan, insanı tutsak eden kuralları kaldırmak istemiştir. Özellikle kadınları köleleştiren ve değersizleştiren erkek kurallarını. Ona göre hastalık aşk kılığına da girebilir.

İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. İnsanı insan yapan ruhudur ama ruhu taşıyan da bedendir. Bedenin sağlığı, ruhun işlevini yerine getirmesi, ruhun daha sağlıklı kararlar alması için önemlidir. Ama beden hep ötelenmiş örselenmiş, yalnız bırakılmıştır. Sahi yalnızlık nedir? İnsanın ruhunu ayrı bedenini ayrı hissetmesi mi? Yoksa ruh ve beden bütünlüğüyle birlikte yanında başka insanın bulunmaması mı?

Hastalık ve acı bedenin kendini fark ettirme yöntemidir. Hasta insanın ruhunun ve bedeninin çektiği ıstırap farklıdır. Günlük hayatın koşturması içinde insan ölümü aklına getirmezken, hastalanınca yatağında daha sık ölümünü düşünür. Son nefesini nasıl vereceğini, acı çekip çekmeyeceğini, ölümden sonra hayatın var olup olmadığını… Hasta insan hatıralarını yoklar, kalbinin en karanlık kuytu köşelerine iner, hayat muhasebesini yapar. Bu iç hesaplaşmasında yanında başka bir can olmasını da ister. Gözleri yolda, kulakları kapıdadır. Hele hastalığı bulaşıcı ise. En yakını bile kendi bedenini korumak için uzak durur.

Acıyı paylaşmak mümkün değildir. Her can acısını kendi yaşar. İstese de paylaşamaz. Çünkü yaşanan acılar kişinin kendi kemale ermesi için gereklidir. Kişi acısının muhasebesini kendi yapmalı sebeplerini bulmalı, çıkış yolunu kendisi keşfetmelidir. Ruhunun yükseltmek için basamakları, beden kaslarının ve ruh olgunluğunun gücüyle çıkmalıdır. Acılar ruha kuvvet verir tıpkı hastalığın bedenin bağışıklığını güçlendirdiği gibi.

Hasta insanda, hele ölüm anına geldiğini düşünen insanda yalan perdeleri kalkar. Artık gizleyeceği suçu yoktur. Zaten gidecektir. Kırdığı kalplerden özür dileme çabasındadır. Samimiyet, açık sözlülük, saygı hâkimdir. Sağlıklı iken iyi görünmek, kalp kırmamak adıyla takılan maskeler yoktur artık. Belki de ilk defa hayata ve insanlara gerçek kimliğiyle bakar ve onları gerçek özleriyle görür. Doğaya daha dikkatli bakar, şimdiye kadar fark etmediği şeyleri fark eder. Gökyüzü ne kadar pürüzsüz… Bulutlar ne kadar hareketli… Elini uzatsan bir avuç yıldız toplayacak kadar galaksiye yakın. Toprakta ne kadar çok çeşitli bitki yetişiyor. Çimenlerin arasında çiçeklerin rengi ne kadar göz alıcı. Kelebeklerin kanatlarındaki bu ince nakış nasıl işlenmiş. Dalgaların sesi, hasta insanın ruhunu tedavi ediyor da neden sağlıklı iken fark edilmiyor?

Belki de çiçekler gibi olmalı insan, rengârenk açmalı… Sabah yeline öylece bırakmalı kendini, rüzgâr savurmalı seni oradan oraya… Güneş ısıtmalı içini, sevgi gibi sıcacık… Yağmur ıslatmalı, rahmetiyle yıkayıp temizlemeli… Bir bulutun üstüne binmeli mesela diyar diyar gezmeli… Toprağa bırakmalı kendini, bütünleşmeli öz hamurunla, beden dinlenmeli.

Cevaplanması gereken ne çok soru var.

Ölüm nedir? Bedenin hastalıktan kurtulması mı? Ruh ile bedenin ayrılması mı? Ruhun, bedenin çektiği ıstırabı kendinden ayrıştırıp, acıyı sahiplenmemesi mi? Ölümle beden acılardan kurtulur. Ya ruh acılardan kurtulur mu? Ruhun yaşadığını dilin anlatmaya gücü yeter mi? Dilin hazinesi, hafızası bu tecrübeyi ifade edebilir mi? Ömür süremiz bu soruları cevaplamaya yeter mi? Ölümden az önce sorularımıza cevap bulmuş olur muyuz?

Virginia Woolf’un aklına kim bilir daha hangi özgür sorular gelmiştir? Cevabını bulmuş mudur bilmem. Ama bende daha çok cevaplanması gereken sorular mevcut. Kim bilir belki ölümden az önce cevaplar gelir. Belki de sorulara cevapları çok daha önce bulmalıyım vakit daralmadan…

ŞEHRİ KILIÇ
Eğitimci-Sosyolog

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » »
211 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.