logo

SAMİMİYET VE İÇTENLİK

SAMİMİYET VE İÇTENLİK

Bir gün Mescid-i Nebi’de Sevgililer Sevgilisi Hz. Muhammed (s.a.v.) şerefli arkadaşlarına hitap ederken şöyle buyurdu: “Size öyle bir şey haber vereyim ki, onu yaparsanız kesin cennetliksiniz.” Böyle bir cümleyi biz işitmiş olsaydık neler düşünürdük? Herhalde şunlar aklımıza gelirdi: Geceleri sabahlara kadar namaz kılın. Gündüzleri daima oruçlu olun. Zekât ve sadakalarınızı asla aksatmayın vs.

İyilerden Olunuz

Sahabe Allah Rasulünden gelebilecek cennet kazandıracak amel, acaba nedir? sorusuna cevap beklerken, cevap hiç de umdukları gibi değildi! Allah Rasulü ciddi görevler içeren değil, son derece mütevazı ve basit bir cevap vermişti: “İyilerden Olunuz.” Gerçekten bu, hiç de beklenen bir cevap değildi. Üstelik anlaşılması da biraz güç bir konu idi. İyilerden olmak ne demekti? Kişiye göre kendisi iyilerden değil miydi?

Sahabe efendilerimiz bu hususu düşünürlerken içlerinden birisi ayağa kalkarak: “Anam, babam, canım sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Bana göre en iyisi benim. Diğerine göre en iyisi o. Ötekine göre en iyisi yine kendisi. Peki, iyilerden olduğumuzu nasıl anlayacağız” diye sormuştu.

Cevap asırlar ötesinde bizlere kadar yansıyan yürekleri ürperten bir formatta gelmişti. Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Bir kimse düşünün ki; kendisiyle ilgili ana babasına, akrabalarına, komşularına ve iş arkadaşlarına nasıl biri olduğu sorulsa, eğer cevaplar iyilerdendir şeklinde ise, o gerçekten iyilerdendir.”

Haydi bakalım dostlar, kendi kendimizle yüzleşeceğimiz zor bir sorunun cevabını arayalım şimdi.

Bizimle ilgili yukarıda saydıklarımız başta anne babamız olmak üzere, tüm çevremize nasıl biri olduğumuz hakkında bir soru sorulsa, acaba bizim için iyidir derler mi? Buna cevabınız evet ise ne mutlu size! Siz gerçekten iyilerdensiniz! Ya cevap hayır olacaksa, eyvah ki ne eyvah!

Ne kadar samimi, ne kadar içten, ne kadar güvenilir iseniz, siz o kadar iyisiniz demektir. Samimiyetiniz ve güvenilirliğiniz ne denli güçlü ise, bu sermaye sahibi olarak hep iyilerdensiniz demektir. Çünkü insanın çevresinde değer kazanması, kabul görür olması içtenliği ile doğru orantılıdır. Seviliyorsanız, değer görüyorsanız bu içtenliğinizin ve samimiyetinizin size kazandırdığıdır. Gösteriş ve riya içerisinde olduğunuz anlaşıldığı an toplumdaki saygınlığınız da derhal sıfırlanır.

Ahiret hayatına iman noktasında hiç tereddüt edilmemesi sebebiyle, şu anda sanki cennet aktifmiş gibi ve dili geçmiş bir tarzda tiyatral olarak anlatılır.

Efendimiz (s.a.v.), mizanda Allah’ın kendisini hesaba çektiği cömert bir kuldan bahseder. Allah, kuluna şöyle hitap eder: “Ey kulum cömert olarak huzuruma geldin. Ben cömert kullarımı çok severim. Bak şu gördüğün cennetteki köşkler, saraylar ve şu mükâfatlar cömert kullarım içindir. Sen dünyada ne yaptın ki, karşıma bu ünvanla geldin?”

Kul cevap verir: Ya Rabb! Daima fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini gözettim. Kimsesiz gençlerin evlenmesinde onlara destek oldum. Köydeki çeşmenin arızasını ben tamir ettirdim. Zekâtımı sadakamı hiç ihmal etmedim vs. gibi.

Kul yaptıklarını bir bir anlatadursun Allah’ın mukabelesi tüyler ürperticidir. Allah cömert olarak bilinen kuluna şöyle hitap edecektir: “Yalan söylüyorsun ey kulum! Sen bunları benim için yapmadın ki! Sen bunları başkaları sana, ne hayırsever bir insan, ne iyiliksever bir insan, ne cömert bir insan desinler, diye yapmıştın. Sana dünyada böyle dediler. Alacağını dünyada aldın. Burada sana hiçbir ödül yok der ve o kul, sevgili peygamberimizin ifadesiyle yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır.

Olayı işitmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Öyleyse sevgili dostlar bize düşen; her hareketimizde, her sözümüzde Allah için samimiyet ve içtenlikle davranmak. Eğer bunlar bizde eksik ise hiçbir amelimizin yararı dokunmayacak.

O zaman ne yapalım? Seveceksek Allah için, kızacaksak Allah için, tebessüm edeceksek Allah için olmalı. Fanilerden alkış bekleyerek yapılan hiçbir güzel davranışın, Allah katında zerre kadar değeri yok. O zaman gösterişimiz, riyamız bizim için iflas etmek demek.

Günümüz dünyasında içine düştüğümüz samimiyetsizlik duygusunu, gerçekten iman etmiş olmanın nasıl ortadan kaldırdığını güzel bir örnek ile hatırlayalım:

Yeni Müslüman olmuş sahabeden üç kişi, aralarında sohbet ediyorlardı. Bunlardan biri Ebu Zer el-Gıfari, bir diğeri de Bilal-i Habeşi idi. Bilal sözün bir yerinde sohbete dâhil olduğunda, Ebu Zer tarafından sert bir şekilde azarlanmıştı: “Sen sus, kara kadının oğlu…” Bu cümle teninin rengi kara, fakat ruhu pırıl pırıl Bilal-i Habeşi’yi mahvetmiş ve üç gün evine kendini hapsetmesine sebep olmuştu.

Allah Rasulü sordu bir gün: Bilal nerede? Diye. Ya Rasulallah Bilal çok üzgün kendisini evine hapsetti deyip sebebini anlattılar. Bunun üzerine Allah Rasulü Ebu Zer’i yanına çağırdı. Dikkat ediniz lütfen. Ona bağırıp çağırmadı. Yazıklar olsun sana! Demedi. Sen ne biçim Müslümansın? Diye hitap etmedi. Ona sadece şöyle bir cümle söyledi: “Ya Eba Zer! Müslümanım diyorsun ama galiba ruhunda hala daha cahiliye döneminin kötü adetlerinden kırıntılar kalmış.”

Bu cümle Ebu Zer’i bitirmeye yetmişti. Koştu Bilal’in evine, attı kendisini kapının eşiğine. Hıçkırıklar içinde yüzünü toprağa koyarak yanağını göstermiş: “Vallahi kardeşim Bilal, benim şu yanağıma basıp da üzerimden atlamadıktan sonra beni affettiğine inanmıyorum.”

Bu samimi özür karşısında Bilal evinden çıkmış, Ebu Zer ile gözyaşları içerisinde kucaklaşmıştı. Dünün kibirli Ebu Zer’i, hakiki iman sayesinde samimiyet ve içtenliğin zirvesine ulaşmıştı.

O yüzden gönül sultanlarının şu teşhisi ne kadar da yerindedir: “İman insanı insan eder. Belki insanı sultan eder.”

Evet dostlar. Bu fani dünyada en büyük servetimiz, samimiyetimiz ve içtenliğimizdir. Bu konularda sınıfta kalmış isek, hiçbir amelimizin yararını görmemiz de söz konusu olmayacaktır.

Selam ve dua ile

Yaşar YAVUZ

426 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.