logo

SİLİNMEYEN İZLER

SİLİNMEYEN İZLER

İnsanların hayatında silinmez tesirler bırakan bazı olaylar, şahıslar, hatta kitaplar vardır. Hatıra, ilim, edebiyat, tarihe mal olmuş şahıslar deyip geçip gideriz de; bunlar insanın hayata bakışını o kadar değiştirir, o kadar anlamlı kılar ki, hayatınızın gidişatını kalıcı olarak orta yerinden bölüverirler. Kendinizden bahsederken, artık o değişim anını baz alarak …den önce, …den sonra diye belirtmek zorunda kalırsınız. Bunlar insanoğlunun yaşamında “iz bırakan” durumlardır ve etkisi bir ömür boyu devam eder.

Eğer yaşananlar bir “kırılma/dönüşüm noktası” değil de, sadece sıradan hatıralardan ibaret olsaydı, arada bir hüzünle yahut neşeyle yâd edilir, sonrasında zihnin bitimsiz labirentlerinde unutulur giderdi. Ancak, bu “kırılma/dönüşüm anlarının” tesiri o kadar büyüktür ki, ne yadsımak mümkündür, ne de unutmak! Çoğu insanın hayatında böylesine “silinmez izler” vardır!

Bir yandan bir ömür boyu “iz bırakanların” etkisinde kalırız, bir yandan da daha yaşarken kendimiz “İz bırakmak” isteriz! Ancak, o yolda katlanılması gereken meşakkatlere bakınca; ne bırakılan “izleri” takip etmek kolaydır, ne de bizzat “iz” bırakmak! İz bırakanlar, insanlık için hayırlı işler başarmış, insanlık adına hayatını adamış, çalışıp çabalamış, en mühimi de bedelini ödemiş çok değerli insanlardır. İz bırakan kitaplar da böyledir; insanları sarsan, derinden etkileyen fikirlerinin bedelini yazar maddi ve manevi olarak fazlasıyla ödemiştir. İzleri takip etmeyi başaranlar ise, aslında çaba göstererek, bedel ödemeyi göze alarak, zorlukları aşarak bu değerleri kendilerine rol model seçip “izleri” takip ederek hayatlarını anlamlı kılanlardır.

Cumhuriyet döneminin baskıcı/jakoben yönetimi her muhalif düşünceyi ve her muhalifi şiddetle ezip geçtiği için, az da olsa bazı isimler gerçekten sembolleşmiş, bir yıldız gibi parlayarak halkı etkilemeyi başarmış ve unutulmazlar arasına girmişlerdir. Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Akif Ersoy, Said Nursi, İskilipli Atıf bunlardan en çok bilinenleri, haliyle en etkili olanlarıdır.

Süleyman Hilmi Tunahan ilmiyle, enteresan kişiliği ve inanılması güç çalışkanlığı ve fedakârlığıyla döneminin en etkili âlimlerinden birisiydi. Necip Fazıl der ki; “Süleyman Efendinin, emsali din adamlarına nispetle hiçbirinde olmayan bir aksiyonu vardır ve bu aksiyon eserlerin eseri telakki edilmek mevkiindedir.

Tevhidi Tedrisat Kanunu ve Harf İnkılabı’nın korku yaydığı zamanlarda talebe bulamayınca, kızlarını okutup icazet verecek kadar kararlı, bulduğu talebelerle polis takibinden kurtulmak için trenle İstanbul-Adapazarı arası gidip gelerek İslami ilimler öğretmek için tuhaf yolar bulacak kadar enteresan, bunların masraflarını karşılayacak kadar cömert, ilim öğretmekten asla vazgeçmeyecek kadar fedakâr ve polis takibinden, hapis ve işkenceden yılmayacak kadar cesur bir şahsiyetti. Ülkemizin semasında yıldız gibi parlayan bir kahramandı o!

Tunahan, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkması üzerine merkezi İstanbul’da bulunan Müderrisîn Cemiyeti’ne mensup beş yüz civarında din adamını acilen toplantıya çağırır. Kendisi o tarihte bu cemiyetin idare heyeti azası ve kâtib-i umumisi (genel sekreter) idi. Burada yaptığı konuşmada “İslam dininin devamının kendi ellerinde olduğunu, her birinin iki öğrenci yetiştirmesi hâlinde iki nesil daha dinin unutulmayacağını, bunu yapmayanların dinen sorumlu olacağını” belirtir. Aynı toplantı sonunda resmî makamlara gönderdiği bir telgrafta “Biz aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiamlar hiçbir ücret istemeden, müslüman çocuklarından arzu edenlere İslâmî ilimleri fahrî olarak okutmak için izin talep ederiz” der, ancak resmî makamların “Memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüktedir, hilafına hareket şiddetli cezayı müstelzimdir” cevabı üzerine kendisi ve birkaç dersiam dışında din adamlarının tamamı geri adım atar. 1928’deki harf inkılâbının ardından din eğitimi açısından şartlar daha da olumsuz bir mahiyet kazandı; ilk zamanlar ders okutma imkânı çok kısıtlandı, ayrıca uzun süre talebe de bulunamadı. Talebeler dinî ilimleri tahsil etmekten dönemin baskısından ötürü çekiniyor, bir müddet devam ettikten sonra bırakıp gidiyordu. O günlerde sürekli polis takibi altında tutulan Süleyman Efendi, 1930’da İstanbul’dan ayrılıp babasından kalan külliyetli mirasla Çatalca’da bir çiftlik kiraladı ve ziraatla meşgul olmaya başladı. Çiftlikte çalışan işçilerden bazılarını seçerek onlara birkaç yıl ders okuttu. Bu durum jandarma tarafından tesbit edilince başka yerlerde aynı şeyi yapmayı denediyse de çok sıkı takip edildiğinden bir sonuç elde edemedi. Talebe bulamadığı dönemlerde iki kızını okutarak onlara icâzet verdi. 16 Kasım 1937 tarihli nizamnâme ile dersiâmların vâizlik görevi alabilecekleri belirtilince Süleyman Efendi 4 Şubat 1938 tarihinden itibaren vâizlik görevine başladı. İlk zamanlar nispeten küçük camilerde görev yaptı, ardından Şehzadebaşı, Süleymaniye, Sultan Ahmed, Beyazıt gibi büyük camilerde yankı uyandıran vaazlarıyla etki alanını genişletti. Bu arada bazı cami odalarında ve evlerin bodrum katlarında ders halkaları oluşturdu. Bunun üzerine karakolda ifadesi alındı; 1939’da Emniyet Müdürlüğü’nde “tabutluk” diye anılan nezârethânede üç gün işkenceye tâbi tutuldu. 1943’te vâizlik belgesi İçişleri Bakanlığı tarafından geri alındı. 1944’te tabutluklarda sekiz gün boyunca gördüğü işkenceden sonra kefaletle serbest bırakıldı. Demokrat Parti döneminde meydana gelen kısmî özgürlük ortamından istifadeyle din eğitimi faaliyetlerini yoğunlaştırmış; Çamlıca civarında kiraladığı evlerde ders halkaları oluşturmuştu. İslam’ın yılmaz bir mücahidi olarak, ihtiyarlık evresinde bile çalışmalarına devam etmiş, çevreden toplanan imam ve müezzinlere ve değişik yerlerden gelen talebelere Eyüp’te dersler vermişti. 1956’da ders okuttuğu yerlere polis tarafından baskın düzenlenmiş, Üsküdar Adliyesi’nde sorgulanmasına rağmen ders gruplarını dağıtmamıştı. Kendisiyle ilgisi bulunmayan bir hadiseden yola çıkarak, kurulan “Menemenvari” bir kumpastan dolayı 1957’de Kütahya Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceli sorgunun ardından tutuklandığında yetmiş yaşında bir ihtiyardı. Elli dokuz gün sonra idam talebiyle hâkim karşısına çıkarıldı, ancak 29 Ağustos’ta kefaletle serbest bırakıldı ve 8 Kasım’da beraat etti. Günümüze kadar devam eden cemaati ile hala halk üzerindeki tesirini sürdüren S.Hilmi Tunahan, gerçek bir dava adamı, ilim yolunda yılmaz bir alim, bir şahsiyet abidesi ve yüksek cesaretiyle tartışmasız bir kahramandı. Öylesine “derin izler” bırakmıştı ki, gelecek kuşaklara örnek olmak üzere unutulmazlar arasında yerini almıştır.

Cumhuriyet döneminin unutulmaz yıldızlarından biri olan Mehmet Akif Ersoy, sadece şairliği ile değil, fikir ve aksiyon adamı, idealist ve samimi bir dava adamı olmasıyla milletinin gönlünde taht kurmuştu. İslami hassasiyeti hayatının merkezine alarak, veteriner, şair ve edip olmasının yanında, siyasi ve istihbari alanda faaliyet göstermiş, ülkesini yuvarlandığı uçurumdan kurtarmak için sonuna kadar mücadele vermiştir. Sultan Abdülhamit’e karşı İttihat Terakki Cemiyetine katılmışsa da, daha işin başında cemiyetten ayrılmış, lakin vatan sevgisiyle mücadelesine de devam etmiştir. İslami hassasiyetinden ve hisli yüreğinden dolayı müslüman camia tarafından o kadar sevilmiştir ki, 1960’dan sonra -idealist olması temennisiyle- dindar kesim çocuklarına Mehmet Akif ismi koymaya başlamış ve bu durum bir furya halini almıştır. Kitaplaşmış makaleleri ve vaazları olsa da, milleti onu asıl sağlam karakteri, asil duruşu ve kalbe işleyen şiirleriyle sevmiştir. Eşsiz şiirler olan İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitlerine, tartışmasız ülkemizde en çok ezberlenmiş şiirlerdir. Akif’in şiirleri koca bir imparatorluğun yıkılışına, muhteşem bir medeniyetin batışına şahitlik ettiği için, kendi tabiriyle sadece “gözyaşıdır”. Safahat isimli şiir kitabı bir devrin bitiş destanıdır! Bazıları Akif’in şairliğini ve şiirlerini kalite yönünden düşük bulsa da, bu çok yanlış bir tespittir! Oysa Akif, soy bir şair olmakla birlikte üç kıtaya hükmeden bir imparatorluk parçalanırken, millet savaştan savaşa koşarken ve her yandan yenilgi-katliam haberleri gelirken şiir yazmaya zamanı olmayan adamdır! Onun, döneminin acı destanını yazmak dışında şiire ayıracak zamanı yoktur! Kaldı ki, Türk şiirinin yüz akı olan Çanakkale Şehitlerine, Bülbül ve Leyla şiirleri bile onun ne kadar güçlü bir şair olduğunu ispata kâfidir. Bu şahsiyet abidesi idealist adam, bu hisli yüreği ve şiirleriyle öyle bir “iz” bırakmıştır ki, hayatı ve Safahat’ı ile semamızda parlamaya devam devam edecektir.

İslam yolunda dalgalı ve mücadeleci hayatıyla Said Nursi, asaleti ve şehadetiyle İskilipli Atıf’da gönüllerde derin “izler” bırakanlar arasındadır. Said Nursi’nin ölünceye kadar sürdürdüğü “iman” mücadelesi ve kaleme aldığı “Risale-i Nur” külliyatı müslümanları yıllar boyunca etkilemiş, diri tutmuş ve sistem tarafından tehlikeli bulunarak Devlet nezdinde takibata uğramıştır. Mücadelesinin bedeli olarak çile çekmiş, ömrünü hapislerde, sürgünlerde, polis tarassutunda geçirmiş, takipçileri ise 163.maddenin (Turgut Özal döneminde kaldırılmıştır) hışmına uğrayarak yıllarca hapishanelere tıkılmıştır. Bu ülkede düşünmenin ve kitap yazmanın bedeli bir zamanlar çok ağırdı ve bir şekilde fikir sahiplerine bu bedel ağır ödettiriliyordu. O kadar geniş bir çevrede etkisi vardı ki; dönemin iktidarlarınca şahsı, fikirleri ve talebeleri tehlikeli bulunuyor, idam edilmek isteniyor, lakin sonucu tahmin edilemediği için buna cesaret edilemiyordu. Bunun yerine, hem kendisine hem talebelerine polis tarafından göz açtırılmıyor, kelepçelerle, nezaretlerle, mahkemelerle, sürgün ve tarassutlarla devamlı yıldırmaya çalışılıyor, gözdağı veriliyordu. Oysa Said Nursi ve talebeleri yılacak türden kişiler değildi, tam tersine iman mücadelesini “yılmadan” sürdüren mücahit şahsiyetlerdi. Her sürgün yerinde kendisine yönelik ilgi ve sevgi artınca, kurulan komplo ve atılan iftiralarla yeni bir sürgün yerine gönderiliyordu, fakat halkın ilgi ve sevgisinin önüne bir türlü geçilemiyordu.

Kelepçeler, gözetimler, hapisler, sürgünler yetmemiş olmalı ki Said Nursi’nin, Risale-i Nur eserine ve İslami mücadelesine karşılık, bedel olarak cesedine el konulmuş, kamuoyundan mezarı saklanmış, sevenlerinin yüreğine yıllar boyunca sönmeyecek bir ateş düşürülmüştür. Sistem tarafından o kadar tehlikeli bulunmuştur ki, ailesinin, talebelerinin ve sevenlerinin elinden çalınan naaşının nereye defnedildiğine dair elde bilgi yoktur! Mezar yeri hala da bilinmemekte/bulunamamaktadır; bu durum dönemin hükümetleri için bir yüz karası ve milletimiz için utanç vesilesidir!

İskilipli Atıf, ilim ve asaletiyle döneminde ilim mahfillerinin ve Padişahın takdirini kazanmıştı.  Müderris olarak atandığı ve harabe halinde devraldığı İbtidâ-i Dâhil Medresesi’nde yaptığı yenilikçi müfredat ve uygulamalarla Medreseyi cazibe merkezi haline getirmiş ve ilim mahfillerini şaşırtmıştır. İlmi ve eğitime ilişkin yenilikçi fikirleriyle, Kırım’dan Japonya’ya kadar ilgi odağı olmuş, teklifler almış parlak bir şahsiyetti. Halk ve ulema üzerinde de derin ilminin yanı sıra karizmatik bir etkisi vardı. Bu etkisi ve karizması, Cumhuriyeti kuran irade tarafından oldukça tehlikeli bulunmuş olmalı ki; Cumhuriyetin ilanından 18 ay önce yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabı sebebiyle, Şapka İktisası Kanunu’na (Kabulü 25 Kasım 1925) muhalefetten (kanunun kabulünden 69 gün sonra) idama mahkûm edilmiş ve asılarak infaz edilmiştir (4 Şubat 1926). Böylesine parlak bir âlimin haksız ve sudan bir bahaneyle idamı, yeni kurulan düzenin müslümanlara karşı tutumunu apaçık gösterirken, şehit Atıf efendiyi de müslümanlar nezdinde unutulmaz kılmıştır. Frenk Mukallitliği başta olmak üzere bütün eserleri günümüzde latin harfleriyle tekrar basılmış ve halkın istifadesine sunulmuştur.

Tabi ki ödedikleri bedel itibarıyla, Said Nursi ve İskilipli Atıf efendiyi en talihsiz hangisidir diye yarıştıracak değiliz, ancak bu iki âlim, ödedikleri bedeller ve kaleme aldıkları eserleriyle milletimizin sevgisini kazanarak gönüllerinde taht kurmuş ve unutulmazlar arasındaki yerini almıştır.

Yaşadığımız dönemin canlı şahidi olarak, benim jenerasyonu etkileyen, gençliğimize damgasını vuran, unutulmaz “izler” bırakan birkaç ismi ve eseri anmamak olmaz. Öncelikle bir aksiyoner, edip ve düşünce adamı olarak, yaşadığı dönemde gerek konferanslarıyla, gerek kitap ve dergi yayınlarıyla büyük bir kitleyi etkileyen Necip Fazıl Kısakürek‘i zikretmeliyiz. Necip Fazıl yaşadığı dönemde, aksiyonerliği ve cesaretiyle bazı konularda ilklerin adamı olmuştur. Meşhur ifadesiyle “Allah demenin yasak olduğu” dönemlerde icra ettiği ilkleri sıralayacak olursak;

* Maneviyat adı altında İslam’ı ve çarpıtılmış resmi tarihi şehir şehir gezerek konferanslar aracılığıyla anlatan ilk aydındır.

* Yine bunlar ve düzenin yasak getirdiği daha tehlikeli konularda dergi ve kitap yayıncılığı yapan ilk gazeteci/yazardır.

* Kendi benliğinde inanç ve fikir bağlamında bir dönüşüm yaşadığı için olacak, eski haliyle CHP zihniyetine, yeni haliyle Demokrat Parti zihniyetine yakın duran alışkın olmadığımız bir kişiliktir.

İslami manada dönüşümü yaşadıktan sonra, yenidünya görüşü çerçevesinde fikriyatını yayacak yollara tevessül etmiş ve “Büyük Doğu” düşüncesini ortaya atarak bu isimle dergi çıkarmış, kitaplar yayınlamıştır. Nihayet Büyük Doğu bir fikir hareketi halini almış ve döneminde dindar kitleleri arkasından sürüklemiştir. İslami dönüşümüyle birlikte dine, siyasete, tarihe, kültür ve medeniyete ilişkin fikirlerinin, hatta edebiyat ve şiirinin de yönü değişmiş; adına Büyük Doğu dediği İslam’ı merkeze alan bir düşünce sistemi oluşturmuştur. Anadolu’yu bu düşüncelerini yaymak için bir baştan bir başa yıllarca konferanslar vererek dolaşmış, dergi ve kitap yayınlarıyla dindar/muhafazakâr kitleleri etkilemiş, hitabeti ve şiirleriyle adeta büyülemiştir. Kendine özgü edebi diliyle, Türk edebiyatının en büyük şair ve ediplerinden biri olmayı da başarmış ve unutulmazlar arasına girmiştir. İnişli çıkışlı özel hayatına ve hakkındaki şaibeli söylentilere rağmen; düşünceleri, aksiyonerliği, kitapları ve edebi kişiliği ile dindar/muhafazakâr/milliyetçi kesimde kendinden sonra etkilemediği çok az insan vardır. Etkisi hala devam eden, kitapları hala çok satan, kendisinden hala “üstat” diye söz edilen bir şahsiyet olarak, “İz bırakmak” belli ki tam olarak Necip Fazıl’da anlamını bulmuştur! Son Devrin Din Mazlumları kitabı yayınlandığı dönem itibarıyla, içerdiği cesaret gerektiren konularda bir ilktir ve resmi ezberleri bozacak kadar etkili olmuştur. Türk edebiyatının, abidelerinden olan Çile şiir kitabı ise, halkımız nezdinde o kadar sevilmiş ve tutulmuştur ki, muhtemelen cumhuriyet tarihi boyunca en çok satan kitap olmuştur. Tiyatroda bir zirve olan Bir Adam Yaratmak eserini de burada anmamak olmaz.

Aynı zor dönemin insanları olarak, dindar kesimin ilgi odağı olmayı başaran, etrafına toplanan insanlara inanç, ilim ve kültür alanında ciddi seviye kazandıran Mehmet Zahit Kotku’yu da sitayişle anmak icap eder. Bir imam ve şeyh olarak, görev yaptığı camiyi cazibe merkezi haline getiren, vaaz ve irşatlarıyla, kitaplarıyla gelen cemaati coşkuyla kendine bağlayan, etrafına topladığı kalifiye insanlarla döneminde pekte alışık olmadığımız bir din adamıydı Zahit Kotku. Camide başlayan muazzam ivme bir harekete dönüşmüş, hem dönemini hem kendisinden sonraki dönemi etkisi altına almıştır. Uzak görüşü ve muvazeneli duruşuyla birbirine uzak olan, birbirinden hazzetmeyen şahısları aynı çatı altında toplamış; zaman içinde yayıncılıktan siyasete kadar uzanan faaliyet alanları oluşturmuştur. M.Zahit Kotku bir nesli kitapla buluşturan, oluşturduğu fikir ortamıyla adeta seviye atlatan değerli bir âlimdi. Halkın yanı sıra, üst düzeyde birçok insanı da etkilemiş, kendine bağlamış ve gönüllerde derin “izler” bırakarak dar-ı bekaya göçmüştür.

M.Zahit Kotku’nun talebelerinden olan ve parlak eğitimiyle göz dolduran Necmettin Erbakan farklı kişiliği, üstün zekâsı, kendine özgü enerjisi ve inanılmaz çalışkanlığıyla “silinmez izler” bıraksa da, onu asıl unutulmaz kılan; ülkemizde ilk defa İslami görüşe sahip bir parti kurarak siyasete atılması ve müslümanların zihninde ilk defa inanç ve siyaset fikrini birleştirmesiydi. Bu manada çıkışı son derece cesurane ve iddialı olmuştu. Diğer bütün meziyetleri ve üstün özellikleri bir yana, Necmettin Erbakan ilk defa İslam’ın siyasetten ayrıştırılamayacağı, bir yönetim şekli/ekonomisi/hukuk sistemi/içtimai nizamı olduğu fikrini Müslümanlara öğreten adamdı. 1924’den 1970’e kadar müslüman kitle İslam’ı cami, ezan, namaz, oruç, hac’dan ibaret sanıyor, fazlasını bilenler ise korkudan susuyordu. Erbakan’ın ortaya çıkışıyla, İslam’ın siyasete içkin, yönetim şekli, ekonomisi, hukuku, içtimai nizamı olduğunu öğrendiler/anladılar. Lakin Erbakan Hoca, Milli Görüş adıyla mücadelesini verdiği düşüncelerinin bedelini ağır ödedi; kurduğu partiler kapatıldı, siyasi yasak getirildi, hapsedildi. Ancak ölünceye kadar tükenmek bilmeyen enerjisiyle mücadelesine devam etti. Fikirlerine, siyasi görüşlerine ister katılalım, ister katılmayalım Necmettin Erbakan; Cumhuriyet döneminin icbar ettiği İslam anlayışını pasiflikte, camiden ve kalplere hapsedilmekten çıkararak; siyasi anlayışı, yönetim şekli, hukuku, ekonomisi ve toplumsal nizamıyla İslam’ın yaşayan bir din olduğuna müslümanları inandıran adamdır. Sırf bu sebeple unutulmayacak, bıraktığı “derin izler” gelecek nesilleri etkilemeye devam edecektir. Milli Görüş hareketinin tükenmesine gelince; bu Erbakan’ın suçu değil, bilakis hareketin sistem üzerinde tehdit oluşturma ihtimalinden dolayı çekilen operasyonların bir sonucudur.

Bazı insanlar vardır rüzgâr gibi esip geçerler! Osman Yüksel Serdengeçti soyadının ifade etiği manada tam da böyle bir şahsiyetti. Samimiyeti, cesareti ve sağlam karakteriyle rüzgâr gibi bir insandı; İslam davasının gönüllü askeri ve cesaretiyle tam bir alperen idi. Anadolu’nun yağız delikanlısı, yılmaz alpereni olarak yayıncılıktan siyasete kadar mücadelesini vermiş, zor zamanda müslüman halkın yanında bulunmuş ve TBMM’de milletin gür sesi olmuştu. Bedelini de hapislerle ödemişti. Etkileyici kitapları ve lirik şiirleriyle bir döneme damgasını vurmuş, ölünceye kadar mücadelesini tek başına sürdürmüştür. Yalnız bir “serdengeçti” idi o; Anadolu insanı onu öyle sevmiş, öyle isimlendirmişti. Haliyle kendisini takip edecek bir hayran kitlesi bırakmadığı için zaman zaman unutulur gibi olsa da, bıraktığı “izler” hatırlanmayı hak etmektedir! Mabetsiz Şehir ve manifesto niteliğindeki şiirlerinden oluşan Akdeniz Hilalindir kaç nesli etkileyen önemli kitaplar arasında idi.

Bir fikir adamı olarak farklı ideolojik düşüncelere sahip kitleleri etkilemeyi başaran Cemil Meriç‘te yaşadığımız dönemin yıldızları arasındadır. Döneminde kaosa halindeki fikir dünyasında, yazdıklarıyla, dersleri ve konferanslarıyla ilgi odağı olmuş, sağduyulu, adil ve farklı kişiliği ile özellikle gençliği etkilemiş bir entelektüeldi. Eşsiz öğrenme azmi, doymak bilmeyen bilgi iştihası, 38 yaşında gözlerini kaybettiğinde bile inkıtaya uğramamış, aynı aşkla yılmadan yıkılmadan devam etmiştir. En vurucu eserlerini de ama iken yazmış, daha doğrusu talebelerine yazdırmış nadir görülen türden bir aydınımızdı. Marksist/materyalist olarak başladığı inişli çıkışlı fikir hayatını; okuyan, araştıran ve değişimden korkmayan renkli kişiliği ile inançlı, maneviyata değer veren bir insan olarak noktalamıştır. Halkının inancından, tarihinden, kültür ve medeniyetinden kopuk, hatta düşman seküler, Batıcı, Kemalist, jakoben Türk aydınını, Batı düşüncesinin kaynağına inerek eleştiren ciddi bir entellektüeldi o.  İslam’dan beslenen ve İslam’ın asırlarca hizmetkarı olan Türk tarih ve medeniyetinin ihtişamını kendine özgü vurucu bir dille anlatan, şaşırtıcı mukayeseler yaparak araftaki aydınların çakma fikirlerini paçavraya çeviren bir düşünce adamıydı. Batının gerçek yüzünü deşifre eden, Batı hayranı seküler Türk aydının zavallılığını ortaya koyan, tarih ve medeniyetimizi destansı bir dille anlatan ve gençliğe yol gösteren eserleriyle yaşadığı dönemin cesur bir şahidi, günümüzde devam eden etkisiyle de unutulmayan öncüleri arasındadır. Cemil Meriç’in bütün eserleri değerli olmakla birlikte asıl öncülüğünü, dili ve muhtevasıyla eşsiz nitelikteki eseri Bu Ülke ile bihakkın yaparak “iz bırakanlar” arasındaki yerini almıştır. Türk gençliğinin inanç ve ideoloji farkı gözetmeksizin baş ucu kitabı olması gereken ezberlenesi bir kitaptır Bu Ülke!

Dönüştürücü olayların cazibesine kapılı vermek her zaman mümkündür yahut fikir ve eylem planında aksiyoner bir şahsın rüzgârına kapılmak. Fakat bir kitabın “dönüştürücü” büyüsüne kapılmak her zaman rastlanacak bir durum değildir. Kendi adıma, benim zihin dünyamda kitapların dönüştürücü etkisi, olayların ve öncü şahısların tesirinden daha az belirleyici değildir. Burada bir dava adamı, bir idealist, bir mücahit ve şehit kimliği ile dışardan bir örnek olarak Mısırlı âlim ve düşünür Seyyid Kutub’u da anmış olalım. İslam davasına hizmet yolunda bir nesle rehber olmuş o muazzam Yoldaki İşaretler kitabına bedel olarak canını vermekten çekinmemiştir. Dönemin diktatörü Nasır, kendisinden özür dilemesi durumunda onu affedeceği haberini göndermesi üzerine Kutub şunları söyleyerek izzet ve şerefle idama yürür; “Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk`ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam, ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Ben Allah yolunda yaptığım bir iş için asla özür dilemem. Namazda Allah`ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.’’

Kendi zamanlarının şahitleri olan bu insanlar, İslam davasına gönül veren bizler için birer örnek, birer rehber olmalıdır.

“Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta bir ümmet kıldık.” Bakara 143

“O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da “müslümanlar” adını verdi ki peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz.” Hac 78

Hayatlarını bir ideale adayarak “silinmez izler” bırakan bu mümtaz şahsiyetlerin yaşam öykülerini mesajlarını kavramadan, gayelerini anlamadan kuru kuruya okumak bizlere bir şey kazandırmayacaktır! Oysa fedakârlıklarla, hapislerle, işkencelerle ve idamlarla sınanmış, bir davaya adanmış bu cesur ve çarpıcı hayatların bizlere verdiği mesajı hakkıyla kavramak ve içselleştirerek kendi hayatımızda uygulamak üzerimize bir vecibedir. Bu malayani çağında; bütün insanlık için bir kurtuluş imkânı, ferdi ve içtimai hastalıkların yegâne devası olan İslam’ı asrın idrakine söyletmek üzere bu davanın fedakar erleri ve yılmaz savunucuları olmak için çabalamalıyız. Bizler de ”iz bırakmak” için yeterli müktesebata ve örnek öncülere sahibiz!

Arkasında “silinmeyen izler” bırakarak bizlere örnek olan, rehberlik eden bütün öncülerimizi rahmet ve minnetle anarak sözlerimizi noktalayalım.

Necdet MEŞE

Kaynak: Genç Öncüler Dergisi Mayıs 2023 Sayısı

422 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.