logo

Yektaş: Dünyanın En Eski İnanç Merkezi Şanlıurfa

Yektaş: Dünyanın En Eski İnanç Merkezi Şanlıurfa

Yektaş: Dünyanın En Eski İnanç Merkezi Şanlıurfa

Araştırmacı Yazar Hüseyin Yektaş ile hayatını ve Şanlıurfa’nın bilinmeyen tarihini konuştuk… 

Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Hüseyin Yektaş Kimdir?

1949 yılında Şanlıurfa’nın Siverek İlçesinde doğdum. İlk ve ortaöğrenimimi Siverek’te tamamladım. Daha sonra Gaziantep Erkek İlk Öğretmen Okulu’nu bitirdim. Antalya, Alanya, Şırnak, Şanlıurfa ve Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yaptım. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü bitirdim. Yozgat Çekerek Lisesi, Soma Linyit Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi, Çıraklık Eğitim Merkezi ve Sağlık Meslek Lisesinde öğretmenlik yaptım. Emekli olduktan sonra da Şanlıurfa Özel Fırat Lisesi ve Mehmet Güneş Anadolu Öğretmen Lisesinde öğretmenlik yaptım. Halen Şanlıurfa’da oturmaktım. Müzik, Edebiyat ve Turizm alanında eserler çıkardım.  Bu alanda eğitim hizmetlerimi sürdürmekteyim.

Şanlıurfa hakkında bilgi verir misiniz?

Şanlıurfa, on iki bin yıl öncesine dayanan kadim bir şehirdir. Ayrıca çeşitli doğal afetlere rağmen, yerleşim yerini hiç değiştirmeyen dünyanın sayılı şehirlerinden biridir. Onun için derler ki; Urfa’nın altında bir Urfa daha vardır.

Sizce Balıklı Göl, göl müdür yoksa akarsu mu?

Balıklı Göl, yer altı kaynak suyudur. Yani aslında göl değil, bir akarsudur. Hem de dünyada eşi ve benzeri bulunmayan, geniş bir alanda, yüzlerce noktadan fışkıran bir doğal, içilebilir su ve balıkların hayat bulduğu bir akvaryumdur.

Dünyanın en eski tapınağı neresidir?

Dünya tarihini değiştiren Göbeklitepe Tapınağı Şanlıurfa’dadır. Tapınağın bulunmasından sonra, Urfa’nın Paleolitik ve Neolotik dönemlerde de insanlığın avcı toplayıcı topluluktan ilk yerleşik hayata geçtiği, inanç düşüncesinin oluştuğu, plastik sanatların geliştiği, dünyada ilk mimarinin geliştiği, tarımın ve ziraatın dünyada ilk defa yapıldığı, buğdayın, mercimeğin, dünyada ilk defa ekildiği yer Şanlıurfa olduğu ortaya çıkmıştır. Göbeklitepe Tapınağı dünyanın en eski tapınağıdır. Bu kutsal mekânlarda, Balıklı Göl çevresinde bulunan dünyanın en eski heykeli de Balıklı Göl Heykelidir. Bu bize gösteriyor ki; Urfa dünyanın en eski inanç merkezi ve ilkler şehridir.

Şanlıurfa sizce kutsal bir şehir midir?

Kutsaldır, çünkü Hz. İbrahim ile ilgili yüzlerce efsane ve rivayetlerin yanı sıra, on bin yıllar öncesine, hatta Hz. Adem’e dayanan efsaneler ve hikayeleri vardır.

Urfa Kalesi hangi döneme aittir?

Urfa kalesi üç katlıdır. En alt katın ne kadar eski döneme ait olduğunu bilemeyeceğim ama ikinci katın milattan epey önce bir döneme belki de Hz. İbrahim dönemine ait olduğu söylenebilir. Hurri, Mittani, Sümer, Hitit, Osrohen Krallığı gibi medeniyetlerin ardından, daha sonra Roma dönemi ve İslami dönemlerde de kullanılmış hendekler ve surları onarılmıştır. Emevi, Abbasi, Eyyubi, Akkoyunlu, Selçuklu, Karakoyunlu ve Osmanlı’dan günümüze gelmiştir.

Bölgenin Efsaneleri nelerdir?

Bu bölge ile ilgili ilk efsaneler, masal türündedir. Yazının icadından önce günümüze kadar gelen yüzlerce sözlü edebiyat türleri vardır. Bir örnek vermek gerekirse;

Ninemin anlattığı bir masalda; Hz. Adem ile Havva’nın, cennetten atıldıktan sonra bu bölgeye geldikleri, Hazreti Adem’in cennetten getirdiği beyaz gül ve nar fidanını ektiğini.

Bu nedenle nar ve beyaz gül için cennetten gelmiş derler. Bir süre sonra acıktıklarında, Havva anamızın cennetten getirdiği buğday tanesini ektiğini, çoğaldıkça geniş tarlalara ekmeye başladığı ve zamanla ekinler çoğalınca Adem babamız biçmede zorlanınca, gökten bir sarı öküz inmiş. Hz. Adem’in dizine sürtünmeye başlamış. Yani bu ekini ben biçeceğim, beni çifte koş, demek istermiş. Bunun üzerine, Adem Babamız Öküzün iki gözünden öperek, onu çifte koşmuş. Şimdi bile Anadolu’nun bazı köylerinde, öküzü çifte koşmadan gözlerinden öperler. Bu geleneğin masalla örtüştüğü, masalın da Göbeklitepe’nin Arkeoloğu Klaus Schmidt’in tezleri ile örtüştüğü gerçeği karşısında, masallar bile bazen bize bilimsel araştırmalar için ışık tutuyor diyebiliriz.

Göbeklitepe’nin keşfinden bahseder misiniz?

Göbeklitepe’nin keşfinin tarihçesini anlatırken. Rahmetli Halet Çambel’den söz etmeden geçemeyeceğim. O, İsmet İnönü dönemlerinde, Doğu ve Güney Doğudaki yer altı araştırmaları için gerekli iznin ve yasaların çıkması için çok mücadele vermiştir. Hayatını arkeolojik araştırmalara adamıştır diyebilirim. Aynı zamanda Karatepe’nin kahramanı idi. Mekânı cennet olsun. O olmasaydı belki de bu gün Göbeklitepe keşfedilmemiş olacaktı. Çünkü 1963’lerde yüzey araştırmaları yapılıyor. 1990’larda Klaus Schmidt müzede gördüğü bir heykelcik üzerine köye geliyor ve arazinin sahibi Şavak Yıldız’dan izin istiyor. Daha sonra kazılar Almanya’nın desteği ve Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile Klaus Schmidt başkanlığında başlıyor.

Klaus Schmidt’e göre Göbeklitepe, kutsal kitaplarda belirtildiği gibi; dört nehir arasında ve Suriye’nin kuzeyinde bulunuyordu. Bu dört nehir; Fırat, Dicle, Culap ve Daysan nehirleridir. Culap ve Daysan ırmağı, zamanla dereye dönüştü. Bunlar Karacadağ’ın eteklerini ve o zamanların bereketli Harran Ovası’nı suluyordu. İngilizce “Garden Eden” dedikleri Cennet Bahçesi burasıdır.

Geçmişte, Göbeklitepe‘nin kuzeyinden geçen Culap Irmağının kaynağı Edene (Gölpınar) deki kaynak suyun oluşturduğu göl ile Kalecik’in yakınındaki Diphisar’daki yeraltı kaynak suları idi. Zamanla bu su kaynakları, köylülerce açılan kuyular nedeni ile azalmıştır. Bu ırmak, Göbeklitepe’nin kuzeyinden geçtiği için, o tarihlerde, suyun bir şekilde Göbeklitepe’ye getirildiği inancındayım.

 

Urfa ile ilgili bir kitap çalışmanız var mı?

Bir İtalyan Prof. Luisella Veroli, “Göbeklitepe’de bulunan ve insan eliyle yapılan çukurlara su doldurularak gökyüzü ile ilgili incelemelerin yapıldığı gibi bir tezi ileri sürmektedir. Ayrıca kadın tanrıçalarla ilgili de bir araştırma yapan İtalyan Prof. Luisella Veroli ile ortak bir kitap çalışmamız var. Doğumhane dediğimiz bölümde bulunan doğum yapan kadın resminin taş üzerine çizilmesi de o dönemde kadına verilen önemi ve Atargatis denen Tanrıçanın tapınağının da bu bölgede olması ihtimalini güçlendiriyor. Neolitikle ilgili hazırlanan bu kitapta, bazı ilginç varsayımlara da yer verilmektedir. Bu Profesörle beraber Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünü ziyaret ettiğimizde, İl müdürü bize, Japonların Göbeklitepe’de akşam güneşinin batışını çektiklerini ve oradaki renklerin, Japon bayrağındaki renklerle aynı olduğunu, bunu arşivlediklerini söyleyince, Profesör; açık havalarda Karacadağ’ın hatta Nemrut dağının görülebildiği Göbeklitepe’de, sabah güneşinin doğuşunun da muhteşem olabileceğini söyledi. Bunun üzerine, Sayın Aydın Aslan’dan ertesi sabah, güneşin doğuşunu Göbeklitepe’de çekebilmek için izin istedik. İzin verildi ve biz Göbeklitepe’de o muhteşem sabah güneşinin doğuşunu resimledik ve Kültür Müdürlüğünün arşivine teslim ettik.

O dönem heykelleri nasıl yapmışlar?

O devirde bile benim Urfalım zoru başarmış. Sadece alet olarak çakmak taşını kullanarak, insanı andıran devasa heykeller yapmış. Üzerine hayvan kabartmaları yaparak, çizgi film gibi belki de bir şeyler anlatmaya çalışmış ve onlara tanrı diye tapmış. Yani insanın ne kadar kutsal olduğunu, belki de Allah’ın yarattığı en kıymetli varlık olduğunu anlamış ve ona tapınmıştır.  İnsana benzetilmeye çalışılan bu devasa heykellerin boyu beş altı metreye, ağırlıkları on tonun üzerinde olmak üzere, onlarca heykel, daire şeklindeki tapınaklara yerleştirilmiş.

Dünyanın en eski heykeli Balıklı Göl Heykeli midir?

Evet, dünyanın en eski heykeli, Balıklı Göl Heykelidir. Yakın bir tarihte, Urfa Kalesi’nin karşısındaki bir alanda bulundu. Uzunluğu normal bir insan boyundaki bu heykel, Urfa taşından yapılmış ve opsidyen iki tane gözü vardır.

Onun da bulunuş hikâyesi şöyledir: Balıklı Göl’ün yanı başında, bir yapının temeli atılırken (bazılarına göre Edessa Oteli’nin temeli atılırken) gece geç saatlerde bu heykel iş makinasının kepçesine takılıyor ve üç parçaya ayrılıyor. Bunun üzerine, Müze Müdürüne haber veriyorlar. Gecenin o saatinde gelen Müdür. Her zaman olduğu gibi takın elbise kravat, o çamurun içinden üç parça heykeli topluyor ve arabaya koyuyor. Daha sonra, yarım saat kadar çamurun içinde bir o taraf, bir bu taraf debelenip duruyor. İnsanlar merakla seyrediyorlar. Neyse, heykel müzeye götürülüyor. Aradan bir hafta geçiyor. Bizim arkadaşlardan birisi müze Müdürünü ziyarete gidiyor. Onun heykeli aldıktan sonra bir süre daha çamurun içinde dolandığını, üstünün başının çamur içinde kaldığını, insanların ise “sarhoş mudur nedir acaba“ dediklerini söylediler. Müdür o durumu şu şekilde açıkladı: Heykeli bulduktan sonra gözlerinin yerinde olmadığını gördüm. Bunun üzerine o gün çamurun içerisinden arayarak iki tane opsidyen göz yuvarlağını buldum ve cebine koydum. Müzeye gelince de gözleri yerlerine yerleştirdim dedi. Görüldüğü gibi, bu heykelin bize anlattığı; Balıklı Göl ve çevresinin de on iki bin yıl öncesine ait bir yerleşim alanı olduğudur.

Halepli Bahçe Mağaralarından ve Mozaiklerden bahseder misiniz?

Halepli Bahçe civarındaki mağaraların bazılarının Neolitik döneme ait olduğu söylenebilir. Gerçi Halepli Bahçe Mozaiklerinin tarihi iki bin yıl öncesine dayanır. Roma döneminde Daysan Irmağının yatağı değiştirildiğinde, elde edilen arsalarda o dönemin zenginleri villalar, saraylar yapmış. Yerden ısıtmalı hamamlar yapmış ve bahçesini mozaiklerle süslemiştir. Hem de dünyada eşi bulunmayan, dört Amazon Kraliçesinin bir arada av sahnesini, Fırat Nehrinin kenarından binlerce kölelerin toplayıp getirdikleri, çoğu mercimek büyüklüğündeki doğal renklerdeki çakıllarla ebedileştirmişlerdir. Sanat değerinin çakıllarının küçüklüğü ile ölçüldüğünü düşünürsek, nohut büyüklüğündeki çakıllarla yapılan mozaiklere göre, bu mozaik daha üstün bir sanat değerine sahiptir.

Urfa ne zaman peygamberler dönemi olmuştur?

Milattan önce üç binli yıllara gelindiğinde peygamberler dönemini görmekteyiz. Hz. Davut, Hz.Musa, Hz. İbrahim, Hz. Lut ve Hz.Şuayb Urfa’da yaşamıştır. Urfa İnanç Merkezi olmuştur.

Politeist dönemden Monoteist döneme ne zaman geçilmiştir?

Politeist dönemden Monoteist döneme yani tek tanrılı döneme Hz.İbrahim zamanında geçilmiştir. Hz. İbrahim, Allah inancını kendini hem kral, hem de tanrı diye tanıtan Nemrut‘a karşı anlatmaya çalışınca, Nemrut insanları toplayıp, içlerinden birine bir kese altın vermiş ve işte ben istediğimi zengin ederim demiş. Sonra yine birini çağırıp öldürün bunu demiş. İte ben istediğimi öldürüyorum o halde tanrı da kral da benim demiş. Yaptığı bir düzenekle kartalları kullanarak kısa bir süre için gökyüzüne yükselişi ve inişini de marifet olarak göstermiştir.

Hz.İbrahim’in ateşe atılma olayını anlatır mısınız?

Hz. İbrahim’in dünyaya geldiği günlerde, Urfa’da Nemrut adında bir zalim kral vardı. Çevresindeki kâhinler ona “Bu günlerde dünyaya gelecek çocuklardan birisi büyüdüğünde, senin tahtını ve tacını elinden alacak” demiş. Bunun üzerine Nemrut, bütün hamile kadınların ve doğacak çocukların öldürülmesini emretmiştir. Hz. İbrahim’in annesi Nuna Hatun, Hz. İbrahim’i gizlice bir mağarada doğurmuş. İçilebilir şifalı bir su kaynağının da bulunduğu bu mağarada, bir rivayete göre zaman zaman bir ceylan gelmiş onu emzirmiş, bazen de annesi gelmiş emzirmiştir. Bazen de başparmağını emmiştir. Peygamber olduğu için altı ay gibi kısa bir zamanda, on iki yaşlarında bir delikanlı gibi olmuştur. Babası Azer ise, Nemrut’un taptığı heykelleri yapan bir heykel ustası idi. Yanında İbrahim’i görenler sormuşlar bu kim diye, o “Bu benim yıllar önceki eşimden kalan oğlum. Uzakta idi, yeni geldi” demiş.

Günlerden bir gün Nemrut ve çevresindekiler bir düğüne gitmişler. Bunun üzerine Hz. İbrahim, eline baltayı almış ve bütün o Nemrut tarafından kutsal sayılan putları parçalamış, baltayı da en büyük putun omuzuna asmıştır. Düğünden dönen topluluk bu manzarayı görünce, bunu kim yapmış, olsa olsa İbrahim yapmıştır demişler. Bunun üzerine Nemrut Hz.İbrahim’i çağırıp sen mi kırdın bunları diye sorunca. Hayır, ben yapmadım, balta kimin omuzunda ise o yaptı, demiş. Nemrut, hiç bu taş heykel bunu yapabilir mi? Deyince; Hz.İbrahim, o böyle bir şeyi yapamayacak güçte ise neden ona tapıyorsunuz? Demiş. Bunun üzerine Nemrut, onu ateşe atmaya karar vermiş. Dört bir yana haber salınmış. Hiç bir evde ateş yakılmayacak. Duman tütmeyecek. Bütün odunlar kalenin önüne getirilecek. Büyük bir ateş yakılacak ve İbrahim, mancınık denilen bir düzenekle kaleden ateşe atılacak diye emir verilmiş. Ertesi gün sabah erkenden Hz. İbrahim, kaleden ateşe atılmış. O ateşe düştüğünde, Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Ey ateş, İbrahim’in üzerinde serin ve selamet ol!” (Enbiya Suresi 69.Ayet) Bunun üzerine ateş suya, odunlar da balığa dönüşmüş ve Hz. İbrahim’de bir gül bahçesine düşer gibi güller arasına düşmüştür ve böylece yanmaktan kurtulmuştur. Bu olayın ardından Nemrut tarafından sürgün edilmiştir. 

Hz.İbrahim (a.s.) hayatının geriye kalan kısmını, eşi Sara ile birlikte (ki Hacer ile evliliği de bu döneme rastlar) Harran, Halep, Şam, Mekke, Medine, Lübnan ve Filistin’in El Halil kentinde geçirmiş. Oğlu İsmail ile Kâbe’nin inşası, hikâyeler ve rivayetlerle dolu bir yaşam sonucu El Halil Kentinde vefat etmiştir. Türbesi de bu kenttedir.

Halil İbrahim Sofrası ve bereketi üzerine neler söylersiniz?

Halil İbrahim, Hz. İbrahim (a.s.) peygamberdir. Hz. İbrahim çok cömert ve insanlara bol bol ikram eden bir kimse olduğu için Halil İbrahim sofrası meşhur olmuştur. Hz.İbrahim, akşam yemeklerini misafirsiz yemezdi. Bu nedenle sofrası bereketli idi. Çünkü misafir kısmeti ile gelirdi. Bir akşam eşi Sara, sofrayı hazırladı ama misafir yoktu. Bunun üzerine Hz. İbrahim, Urfa’nın daracık sokaklarında misafir aramaya başladı. Sonunda bir yabancıyı buldu ve onu akşam yemeğini birlikte yemek üzere evine davet etti. O da kabul etti. Birlikte eve geldiler. Sofraya oturdular. Hz. İbrahim yemeğe başlamadan önce bu nimetleri bize veren yaratana dua edelim sonra yemeğe başlayalım deyince, yabancı; Ben Mecusi’yim, dua etmem” dedi, Hz.İbrahim “o halde bu sofrada yemek yiyemeyiz” dedi. Bunun üzerine, yabancı sofrayı terk etti ve çıkıp gitti. Gökten bir nida geldi; Ey kulum “Ben otuz beş yıl, üç öğün, o yarattığım kulumu doyurdum. Sen bir öğün doyuramadın mı?” dedi. Bunun üzerine Hz.İbrahim hızla o daracık sokaklara daldı ve köşe bucak o yabancıyı aradı ve buldu. Tekrar evine davet etti ve birlikte akşam yemeğini yediler. Belki de bu yüzden, Urfa ve civarındaki insanlar misafirperverdir ve misafir için yarışırlar. Geçmişte insanlar Hacca otobüslerle giderken, Urfa’ya da uğrarlardı. O zamanları hatırlıyorum. Babamız bizi belediyeye gönderirdi, gidin misafir getirin diye. Belediyenin önünde sıraya girerdik. Bazen, sıra bize geldiğinde misafir biterdi. Eve döndüğümüzde babamız bize kızardı. Neden erken gitmediniz? Diye…

Urfa’daki kutsal emanetler şimdilerde nerede bulunmaktadır?

Hz. İbrahim’in tenceresi, Hz. Musa’nın kayınpederi Hz. Şuayb tarafından, Harran Şuayb şehrinde, Peygamber olduğunda hediye edilen “Sihirli Asa” İstanbul Topkapı Sarayı, Kutsal Emanetler bölümünde bulunmaktadır.

Hz.İsa’nın Urfa’yı kutsamak için Abgar Kralına gönderdiği ve üzerinde siluetinin bulunduğu “Kutsal Mendil” de söylendiğine göre, İtalya’nın Torino kentinde bulunmaktadır.

Bu gün Avrupa’nın en büyük Arkeoloji Müzesi Şanlıurfa’da bulunuyor. Acaba bu kıymetli kutsal emanetler ait olduğu yere getirilebilir mi? Çünkü bunlar, ait oldukları yere yakışır diye düşünüyorum.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bize zaman ayırıp röportaj yaptığınız için size ve Hasbahçe Gazetesi ekibine teşekkür ediyor, başarılar diliyorum. Herkese sevgilerimi ve saygılarımı iletiyorum. Tarihimize sahip çıkalım ve araştırıp bolca kitap okuyalım diyorum.

Röportaj: Ayetullah Coşkun

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
7494 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.