logo

İKİ OLAYIN BİZE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Hasan ATEŞ

Hasan ATEŞ
guzel.nar123@gmail.com
İKİ OLAYIN BİZE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yaşadığımız sel felaketi esnasında televizyonda karşılaştığım iki olay, beni hem çok etkiledi ve hem de çok düşündürdü.

Bunlardan bir tanesi selde tam boğulmak üzere olan bir vatandaşımız. Yanında bulunan bir ağaca tırmanır ve orada 6 saat kaldıktan sonra, yandaki apartmandan uzatılan bir merdiven vasıtası ile binaya geçer ve kurtulur. Ağaca çıkarak verdiği görüntüde “Bu ağaç sayesinde kurtuldum. Ömrümün sonuna kadar bu ağaca bakacağım. Bunu her yıl gübreleyip etrafını kazıyacağım…” gibi ifadelerle ağaca olan sevgisini ve vefa duygusunu ifade etmişti. Diğeri ise Beyşehir gölünde alabora olan bir vatandaşımız, 22 saat tutunduğu bir bidon/şamandıra (beş altı litrelik) sayesinde kurtulduğunu, ailesi de tam kendisinden ümidi kesmişken çıkagelmesi ile büyük bir sevinç yaşadıklarını anlatıyor. O da verdiği röportajda, kucağına bidonu almış ve: “hayatımı bu kurtardı, ömrümün sonuna kadar bunu saklayacağım” diyerek ona olan sevgisini ifade ediyordu.

Burada Allah Teâlâ’nın insanların fıtrat (yaratılış)ına yerleştirdiği vefa duygusu karşımıza çıkıyor. Bu az ya da çok, bütün insanlarda var olan güzel bir duygudur. Kim olursa olsun size yapılan iyilikleri unutmamak ve onların karşılığını mutlaka vermek gerekir.

Hz. Âişe (r.ah) anlatıyor: “Ben Peygamberin (s.a.v.) eşlerinden hiçbirini, Hatice (r.ah)’yı kıskandığım kadar kıskanmadım. Oysaki ben Hatice’yi (benden önce vefat ettiği için) görmemiştim. Ancak Peygamber (s.a.v.) ondan çok bahsederdi. Bazen bir koyun keser, onu parçalara ayırır, sonra da Hatice’nin dostlarına gönderirdi. Bazen ben, “Sanki yeryüzünde Hatice’den başka kadın yok!” diyerek serzenişte bulunurdum da Allah Resûlü (s.a.v.) “Hatice şöyle idi, Hatice böyle idi. Üstelik ondan benim çocuklarım var derdi.”[1]

Peygamberimiz (s.a.v.) de en ufak bir vefasızlık görmüyoruz. O’nun eşi Hz. Hatice (r.ah)’yı ve arkasından da kendisini himaye eden amcası Ebu Tâlib’i kaybedince, artık Mekkelilerden ümidini hepten kesip belki Tâif’te İslâm’ı kabul edenler çıkar ümidi ile azatlı kölesi Hz. Zeyd (r.a.)’ı yanına alıp Tâife gider. Ancak, Tâiflilerin değil iman etmek Peygamberimiz (s.a.v.)’i taşa tutarlar. Oradan Mekke’ye dönünce bu seferde cahiliyye âdeti olduğu üzere Mekke’de tanınmış birisinin himayesine girmeden Mekke’ye girmesi mümkün olmaz ve Mekke’nin dışında beklemeye koyulur. Resûlullah (s.a.v.) dağda kaldığı üç gün boyunca boş durmadı. Mekke’ye girmek için bir kabilenin himayesini kabul etmesinin gerektiğini çok iyi biliyordu. Bunun için Zeyd (r.a.)’ı gizlice Mekke’ye gönderip kendisini himaye edebilecek bazı kişilerle görüşmesini temin etti. Himaye teklifini daha önce de Müslümanlara karşı uygulanan boykotun kaldırılmasında önemli bir rolü olan Nevfeloğulları’nın lideri Mut’im b. Adî kabul etti. Mut’im vakit kaybetmeden oğullarına ve akrabalarına silahlanmalarını emretti. Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke’ye sessiz, sakin, korkmuş ve sinmiş biri olarak girmek istemedi. Bunun yerine Nevfeloğulları’nın himayesinde doğruca Kâbe’ye gitti. Mekke eşrafının gözü önünde Kâbe’yi tavaf etti, namaz kıldı, uzun uzun dua etti ve sonra evine gitti. Allah Resûlü’nü koruyan savaşçıların başındaki Mut’im b. Adî, Allah Resûlü’nün Kâbe’de Allah’a bağlılığının tezahürünü izleyen Mekke’nin ileri gelenlerine dönerek “Muhammed’i himayesine aldığını, herkesin himaye hukukuna riayet etmesi gerektiğini, himaye hukukuna riayet etmeyenlerle soyunun bütün fertlerinin sonuna kadar savaşacağını” ilân etti.

Allah Resûlü (s.a.v.) Mekke’den gizlice ayrılmış, Tâif’ten taşlanarak kovulmuş, evsiz barksız, yurtsuz kalmıştı. Hatta dağda üç gün konaklamış. Doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı şehre Mekke’ye girememişti. Ama Allah (c.c.) O’na öyle bir kapı açtı ki hem de bir müşrikin desteği ve himayesiyle Mekke’ye alnı açık, başı dik olarak girdi. Hz. Peygamber kendisini bu zor anında himayesine alan, kol kanat geren, O’nu himaye uğruna canını ve soyunu bile tehlikeye atan Mut’im b. Adî hiçbir zaman unutmadı. Hatta hicretten kısa bir süre sonra vefat eden Mut’im için Bedir Savaşı sonrası esir edilen Mekkeli müşrikleri işaret ederek, “Eğer Mut’im b. Adî sağ olsaydı, sonra şu kokuşmuş kişiler hakkında konuşup onları bağışlamamı isteseydi hiç şüphesiz ben bunları Mut’im’in hatırı için serbest bırakırdım” buyurmuştur.[2] Bu örnekte de işaret edildiği gibi Allah Resûlü (s.a.v.) kendisine yapılan iyiliği hiçbir zaman unutmaz, iyilik yapanlara karşı da hep gönlünde vefa duygusunu yaşatırdı.[3]

Anne, baba, eş ve onların dostlarına karşı son derece vefakâr davranan Allah Resûlü sütannesine ve onun ailesine karşı da vefakârlığın en güzel örneklerini vermiştir. Sütkardeşi Şeyma’ya karşı sergilediği şu tavır hiçbir Müslüman’ın bigâne kalamayacağı cinstendir. Çünkü sevdiklerinin yakınlarına vefakârlık bir erdemdir: Huneyn Savaşı’nda Hevâzinliler bozguna uğrayıp kaçmaya başladığında Allah Resûlü onları takip eden Müslümanlara, daha önce Müslümanlara karşı kötülüğü dokunan savaş suçlularının kaçıp kurtulmalarına fırsat vermemelerini emretmişti. Müslümanlar bu suçluları yakınları ile birlikte esir edip Resûlullah (s.a.v.)’in huzuruna getirirken duydukları öfkenin sonucunda sert davranmışlardı. Ancak söz konusu grubun içerisinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sütkardeşi Şeyma da bulunmaktaydı. Kendilerine yapılan davranıştan rahatsız olan Şeyma, “Bilin ki, ben Efendinizin sütkardeşiyim!” diyerek onları yumuşatmaya çalıştı.

Huzura getirilen Şeyma, “Yâ Muhammed! Ben, senin sütkardeşinim!” deyince Efendimiz, “Bunu neyle ispatlarsın?” diye sordu. Şeyma, “Omuzumda bulunan diş iziyle ki, onu sen ısırmıştın!” dedi. İzi gören Kâinatın Efendisi, sütkardeşi Şeyma’yı tanıdı. Şeyma kendisinden yaş olarak büyük olduğu için çocukluğunda O’nunla ilgilenmiş, O’nu kucağına almıştı. Kendisiyle Sa’doğulları yurdunda koşuştukları, oynadıkları, gezdikleri Şeyma idi bu! Sözü edilen diş izi de o dönemden kalma bir hatıra idi.

İnsan kadrini çok iyi bilen kâinatın serveri, sütkardeşi olan bu çocukluk arkadaşını ridâsını sererek üzerine oturttu. Bir anda o çocukluk günleri hafızasında canlandı. Gözleri dolu dolu oldu sonra da sütanne ve babasını sordu. Şeyma, onların ikisinin de çoktan ölüp gittiklerini söyledi. Daha sonra Şeyma’ya, “İstersen sevgi ve saygı görerek yanımda otur, istersen faydalanacağın bazı mallar verip seni kavmin ve kabilenin yanına göndereyim dedi. Şeyma’nın cevabı şu oldu; “Sen bana mal verip beni kavmimin yanına gönder!” O sırada Müslüman olan Şeyma’ya Peygamberimiz, bir erkek bir de kadın köle verdi, sonra da Ci’râne mevkiine gidip beklemesini söyledi.[4]

Hz. Peygamberin gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Ashabından biri, “Ağlıyor musun Ya Resûlallah?” dediğinde, “Evet ona düşkünlüğümden ve başına gelenlerden dolayı ağlıyorum” dedi ve ilâve etti: “Sizden birinin Uhud kadar altını olsa ve süt emzirmesi karşılığında sütünü emdiği kişiye onu verse, yine de onun hakkını ödemiş olmaz.” [5]

Allah Resûlü (s.a.v.) sütanne olarak Hz. Halîme’ye verildiğinde şüphesiz sütün bedeli de verilmişti. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefa duygusu, yıllar sonra anneyle değil de kızıyla karşılaştığında O’nu ağlatacak kadar coşacak, dolayısıyla ona izzet ve ikramda bulunacaktır.[6]

Rasulullah (s.a.v.)’in hayatında bu misaller o kadar çoktur ki, biz burada bir çeşni olsun kabilinden bir kaçını zikrettik.

Bir ağaca sığındı diye “ömrünün sonuna kadar ona hizmet edeceğim”, bir bidona rastladı ve kurtulmasına sebep oldu diye, “bunu ömrümün sonuna kadar saklayacağım” diyen vatandaşlarımızın bu duygularına saygı duyuyoruz. Elbette orada aralarında bir duygusal bağ oluşmuştur. Peki ya, Rabbimiz! Bize sayamayacağımız kadar nimetler veren bizi; yaradan, yaşatan, göz, kulak, el, ayak, akıl, izan, eş, çoluk, çocuk, arkadaş veren; bizi yediren, içiren, nefes almamızı sağlayan, yarattığı her şeyi emrimize veren…: “Gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü ürünler çıkaran Allah’tır; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri sizin için faydalı olacak şekilde yaratan O’dur. Düzenli seyreden güneşi ve ayı sizin için yararlı kılan, gece ile gündüzü faydalanacağınız biçimde yaratan O’dur”[7]  buyurmuştur.

6 saat selde ağacın dalında beklediği ve bir bidondan gölde 22 saat faydalandığı için büyük bir vefa örneği sergilemek elbette güzel.

Peki, Rabbimize karşı ne yapıyoruz. O’nun dediklerini yapıyor muyuz? Yasaklarından kaçınıyor muyuz? –Ki o kurtuluş sebepleri de Rabbimizin bir lütfudur- Yoksa ne ağacın ve ne de bidonun iyilik yapmak diye bir dürtüleri yoktur.

Bir ömür anlımızı secdeye mıhlasak Rabbimizin nimetlerinin şükrünü eda edemeyiz. Tıpkı şu ayette buyurduğu gibi: “O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür!”[8]

Yarabbi! Bizleri Sana nankörlük edenlerden eyleme. Âmin!

Hasan ATEŞ


[1] Hadislerle İslâm (Diyanet işleri Başkanlığı) C, 3; S, 283. (B3818 Buhârî, Menâkıbü”l-ensâr, 20)

[2] (B4024 Buhârî, Meğâzî, 12.)

[3] Hadislerle İslâm (Diyanet işleri Başkanlığı) C, 3; S, 286.  

[4] Hadislerle İslâm (Diyanet işleri Başkanlığı) C, 3; S, 290.

[5] HS5/127 İbn Hişâm, Sîret, V, 127-128; Hadislerle İslâm (Diyanet işleri Başkanlığı) C, 3; S, 290.

[6] MA13958 Abdürrezzâk, Musannef, VII, 479; Hadislerle İslâm (Diyanet işleri Başkanlığı) C, 3; S, 290.

[7] İbrahim:14/32,33.

[8] İbrahim:14/34

563 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Savaşın Namussuzu Olur mu Demeyin!

    30 Nisan 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Sivil Toplum, Siyaset, Tüm Manşetler

    Bir tarafta; Almanlar-Naziler tarafından evinden yurdundan edilmiş, türlü işkenceler çekmiş, aç susuz bırakılmış, tüm özgürlüğü ve insanî hakları elinden alınmış Yahudi bir halk, diğer tarafta* ise Yahudiler tarafından aynı zulme uğrayan Müslüman bir halk var. Zulmün zihniyeti ve amacı aynı fakat kişiler farklı. Sadece tarih tekerrürden ibaret ediyor ve değişen tek şey zaman, millet, ırk ve din. Değişmeyen yegâne şey ise mazlumların ve gücü yetmeyenlerin çektiği acılar ve ellerinden alınan hayatlar. Bu bir savaş değil; bu nedenle kazanan...
  • Şehidin Makberi Göklerdir

    26 Mart 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler

    Tevrat Hz. Musa'ya, İncil ise Hz İsa’ya indirilmiş ilahi kitaplardır fakat yıllar içerisinde Musa'nın ve İsa'nın dinleri bozulmuş, kitapları deformasyona uğratılmıştır. Yani iki kitapta insan eliyle değiştirilmiştir. Şu an piyasada yüzlerce farklı çeşit İncil ve Tevrat var ve her birinin içeriği diğerinden farklıdır. Hiç bir ilahi kitapta, insanı da geçtim, hiç bir canlının, hele de bir masumun öldürülmesi emredilmez, tavsiye edilmez. Kur'anı Kerim bunun için var ve kıyamete kadar İslâm dini ve Kur'an-ı Kerim teminat altındadır ve nihai ...
  • Haksız Hukukun Kanlı Elleri

    13 Aralık 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Zulüm ile kendi "haksız hukukunu" sağlamaya çalışan İsrail, hem kendi halkına, hem Dünya'ya ne kadar rezil, ne kadar acımasız hatta nasıl gaddar ve kalleş olduğunu her fırsatta gösterdi utanmadan. Sanmasınlar ki zalimlik ile âbâd olurlar! Neyi kurtarmaya çalışıyorlarsa bilsinler ki ilk önce ondan olurlar. Ve elbet mazlumun sahibi Allahtır. Bir gün kimin kimde ne hakkı varsa Allah (c.c.) herkesin hakkını iade edecektir. Gerek bu dünyada gerek ahirette. Hainlik ve gaddarlık ile zafer kazanılmaz bunu er geç anlayacaklar ya ahirette y...
  • Bir Yerlerde Birilerine Hep Yazık Oluyor

    08 Ekim 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İnsanın her şeyi, layıkıyla hak ettiğini yaşadığı bir hayat yok.Bir yerlerde birilerine hep yazık oluyor.Bir yerlerde hep birilerinin hakkı çiğneniyor.Bir yerlerde hep birileri istemediği şeylere mecburen katlanıyor.Yaşamak güzel ama birileri bunu hep zorlaştırıyor, kendilerine de bize de! Olan olur üzülürsünüz, içiniz burkulur ama anlamazlar hislerinizi, anlamazlar gerçekleri.Boşuna anlatmakla heba etmeyin kendinizi. Aynı yere aynı pencereden bakmak, aynı şekilde görmek demek değildir. Gözle görülen aynıdır da gönüllerin gördüğü bamba...