logo

Teşkîlât-ı Mahsûsa 4.Bölüm

Teşkîlât-ı Mahsûsa 4.Bölüm

Daha Kuleli Askeri İdadisi’nde ve sonraları Harbiye’de öğrenciyken siyasetle meşgul olmaktan zevk alırdım. Öğrenciliğimiz en hararetli ve dedikodulu bir devre denk gelmişti. Okulda Şinasi’nin, Ziya Paşa’nın, Ebuzziya Tevfik’in, Namık Kemal’in, Abdülhak Hamit’in, İzmirli Şair Eşref merhumun eserleri ve şiirleri en çok okunanlardı, oysa bunların okunması resmen yasaktı. Bize önerilen şeyler edebiyat namına Leyla ile Mecnun, Ferhat ile şirin, Tahir ile Zühre, Âşık Garip, Battal Gazi, Envarul Aşıkin, Ahmediye ve Muhammediye gibi eserlerdi.

Bu eserlere dikkat! Hepsi rivayet kültürü dediğimiz, ehli hadis ekolünün eserleridir. Bugünkü siyasal İslamcılara da bu eserler tavsiye edilir. Ne gariptir ki biz Türkler ehli rey ekol dediğimiz Maturidi Ekolünün dışına nasıl itilmişiz. Aklı ve vahyi esas alan ehlisünnet ekolünden savruluşumuz, ta Osmanlı Devleti’nin ikinci yarısından bugüne devam etmektedir. Bu zaman diliminde sadece Atatürk dönemi bizim ehli rey dönemine geçiş ve uygulama dönemi olarak görülebilir.

Tekkelerdeki zikirler, camilerdeki vaazlar gayrimüslimlerin mabetlerindeki ayinler, hep sivil memurlar tarafından izlenirdi. Fakat buna rağmen bütün yasaklar deliniyor gençler el altından ve gizli gizli hem ülkede yazılan hem de dış ülkelerden getirilen gazeteleri, dergileri, kitapları okuyor, baskı yönetimine karşı derin bir nefret ve padişahın etrafındakilere karşı anlatılmaz bir düşmanlık duyuyorlardı. Bahriye’nin birçoğu jön Türk teşkilatına dâhildi. Ben de Pangaltı şubesine kayıtlıydım. Harbiye’de Fransızca hocamız Binbaşı Çürük Sulu Mahmut ve yardımcısı Piyade Üsteğmen Bursalı Muhittin Bey ile gene yardımcıları Sultantepeli Ferit Efendi, Paris’ten gelen gazeteleri, dergileri bana veriyordu. Ben de uygun gördüğüm güvendiğim arkadaşlara dağıtıyordum. Fakat bir gün Binbaşı Çürük Sulu Mahmutbey yakalanmış ve Rodos Kalesi’ne sürülmüştü. Ardından yardımcılarının bir kısmı kaçmış bir kısmı ise tutuklanmıştı.

Heybeliada’daki Fahri mektebinde de böyle bir örgüt vardı. Orada öğrencilerden Edirneli Sami, Haydar, kardeşi Behçet, Trabzonlu Osman ile Harbiye’den Giritli Üsteğmen Cevat ve Saffeti etkin üyelerden diler.

Gülhane’deki tıbbi öğrencileri, Vefa’daki İdadi öğrencileri, Kumkapı’daki Eczacı Mektebi öğrencileri, bu Jön Türk hareketine katılmışlardı.

Harbiye’den Giritli Abdülhalim, tıp öğrencilerinden Karagümrüklü Ethem Ruhi, Erkan-ı Harbiye 1 sınıfından Üsteğmen Soğuk Çeşmeli Ferit, Erkan Harp 1. sınıfından Üsteğmen Dağıstanlı yahut Kazanlı Yusuf Akçura’da jön Türkler örgütüne dâhildirler. Hepsi tutuklanmıştı. Bu süreçte sadece Türkler değil Jön Türk hareketine destek veren gayrimüslimlerden de tutuklananlar olmuştu. Daha çok postane çalışanları ve telgrafhanedeki görevlilerdi bunlar.

Bu tarihlerde Yıldız Sarayı posta ve telgrafhanesinde çalışan Kara Kemal Bey (ittihatçıların iaşe nazırı oldu) boş zamanlarında şehzade başına gider, meşhur Çaycı Hacı’nın kahvesinde oturur nargilesini içer ve yanında getirdiği dergi, gazete ve diğer eserleri güvendiği insanlara dağıtırdı. Benim berberim olan Bektaşi tarikatına üye Hacı Haşim Efendi de Jön Türklerdendi. Sütlüce Dergahı’nın şeyhi Münir Baba’nın oğlu Hüseyin Ulvi Bey her daim burada tıraş olur, yanında getirdiği dergileri gazeteleri Hacı Haşimi’ye verir o da dükkana gelen Jön Türk üyesi kişilere verirdi.

Denilebilirdi ki şehrin her semtinde, okul olsun, dergâh olsun, tekke veya kıraathane olsun hiç umulmayan kimseler bu örgütün üyesiydiler. Hepsi padişaha karşı diş biliyor ve bir gün saltanatı yıkarak, iktidara hür fikirli bir padişah getirmeyi düşünüyorlardı. Heyecan bilhassa subaylar arasında daha fazlaydı. Ülkenin tarihi dikkatle incelenirse ıslahat ve meşrutiyete, cumhuriyete kadar bütün yeni ve olumlu hareketlere askerler önderlik yapmışlardı.

İşte bu tarihte Harbiye ile Bahriye ve Askeri Tıbbiye birbirleriyle rekabet halindeydiler.

Ünlü Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa, Harbiye öğrencileriyle bir olup Abdülaziz’i tahttan indirmişti. Yeni Padişah olan Abdülhamid’in döneminde de bir suikast planlandı. Abdülhamid, her Ramazan’ın 15’inde Topkapı Sarayı’na gelerek Hırka-i Şerif dairesinde emanetleri ziyaret ederdi. Her zamanki yolu Karaköy Köprüsü’nden geçer ve Gülhane bahçesinden Topkapı Sarayı’na varırdı. Dönüş yolunda Unkapanı Köprüsü veya Şişhane yokuşuna dinamitle patlayıcı koymayı düşünmüştük. Gizli bir toplantı yapmıştık. Ben de dâhil olduğum halde çok sayıda vatandaş toplanmıştı. Gruptan ben ve bazı arkadaşlarım masum insanların da öleceğini düşünerek bu eylemden vazgeçtik. Padişahın Hırka-i Şerif’e gitmeden önceki iki gece sokaklara bildiriler asılması kararı verildi. Bu bildirilerin asılması sırasında Bahriye Subayı Haydar Bey polislerce yakalanmış ve doğruca Yıldız Sarayı’na götürülmüştü. Heybeliada’daki okulun hademesi Trabzonlu Osman’da bildiri asarken yakalanmıştı. Osman, Beyoğlu Kaymakamı Enver Bey’e teslim edilmişti. Osman ifadesinde örgüte mensup ne kadar bildiği kişi varsa ismini söylemişti. Ben de ismi verilenlerden biriydim ve tutuklandım.

Kurulan Divan-ı Harbin başkanlığına Reşit Paşa getirilmişti. Divan-ı Harbin kararları çok kesin ve kapsamlı olmuştu. Yüzlerce öğrenci “Şeref Kurbanları” namı altında Trablusgarp’a sürülmüştü. Benim için de karar buydu. Benim talihim yaver gitti. Büyükbabamın sarayda çalışıyor olması ve padişahın mahiyetindeki üst düzey görevlilerin yardımı ile Süvari Tuğgenerali Rıza Paşa ve Ahmet Şevki Paşa’ların yardımı ile sürgüne gönderilmedim İstanbul’da kaldım. Kader bu ya bana sahip çıkan iki Paşa’nın birbiriyle kavgası sonucu padişah her ikisini de azletmiş ben de bunun üzerine Divan-ı Harp reisi Reşit Paşa’yı 4. Ordu’ya Erzurum’a sürmüştü.

Benim için artık yeni bir yol yeni bir hayat başlamıştı.

Yazısı dizisi devam edecek inşallah.

Necati YÜZÜAK

Etiketler: » »
252 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.