logo

Teşkîlât-ı Mahsûsa 6.Bölüm

Teşkîlât-ı Mahsûsa 6.Bölüm

Sultan II.Abdülhamid’e 1. Meşrutiyeti kabul ettiren yeni Osmanlılar ve bunların başında bulunan Mithat Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi özgürlük gönüllüleri birer birer sürülüp yok edildikten sonra Padişah Osmanlı Rus Savaşı’nı yani 93 Harbi’ni gerekçe göstererek meclisi dağıtmış ve kendine sadık adamlarla yönetimde kalmıştır. 33 sene sonra tahttan indirilen ve Selanik’te Alatini Köşkü’nde oturmaya zorlanan Abdülhamid, koruması olarak atanan sınıf arkadaşım Süvari Yüzbaşı Debreli Zinnun Bey’e bu olayı anlatırken şöyle demişti: 1878 Osmanlı-Rus Savaşı patlamasına taraftar değildim. Barış görüşmeleri ile buna bir çare bulunacağına inanmıştım. Fakat Mithat Paşa Savaş istiyordu. Meclis-i Mebusan’ı da baskı altında bırakmıştı. Oysa bu savaş bizi çok zor duruma sokacaktı. Ekonomik gücümüzü yok edecekti nitekim de öyle olmuştur. Meclis-i Mebusan’a laf anlatmak mümkün olamadı. Bir süre yalnız başıma kalarak düşündüklerimi gerçekleştirmek istedim. Meclis-i Mebusan’ı kapattım. Bu baskı mektebi Harbiye’de, Tıbbiye’de ve Mülkiye’de okuyan gençliği ayağa kaldırmıştı. Bu hareketler eğer bugün memlekete fayda vermişse övünç duyarım. Buna da sebep oldum demektir. 2. defa Meşrutiyeti ilan ederken aradan uzun zaman geçmiştir, memleket olgunlaştı sanıyordum. Hâlbuki ideal bir amaçla işe başladıklarını söyleyenler, Yıldız Yağması ile kendilerini lekelediler. Senelerce biriktirdiğim, dişimden tırnağımdan artırdığım altınlarım, bunca tahvillerin ne olduğu belli olmadı. Bu hazineyi Yıldız Sarayı’nın geniş havuzunun altındaki özel olarak yaptırdığım mahzende saklamıştım. Oradan aldılar, bu Servet hakkında Meclis-i Mebusan’a hesap verdilerse ne mutlu! Yalnız bana Katil Padişah, Zalim Padişah, Kızıl Sultan dediler, bakalım tarih onlar için ne diyecek? Cenabı Hak’tan dileğim bunların sonunu bana göstermesidir.

Sultan Abdülhamid’in baskıcı saltanatının sonunda, biraz da olsa bir idareye kavuşmuş olan Makedonya’nın bilinen şehirleri Selanik ve Manastırda 3. Ordu subayları arasında gizli bir dernek kurulmuş bulunuyordu. Bu tarihin 1908 olduğunu söylemeliyiz. Niyetlerini şöyle özetleyebiliriz: Abdülhamid’in baskıcı ve keyfi yönetimini güç kullanarak yıkmak 1. Meşrutiyet’in ülkeye getirdiği Kanuni Esasi ruhunu yeniden kurmak, yurda özgürlüğü, adaleti, eşitliğin ve kardeşliği getirmek. İmparatorluğun bütün unsurlarını ırk, din ve sınıf farkı gözetmeksizin vatandaş kabul etmek. Osmanlı hanedanına sadık kalmak, hilafeti sağlamlaştırmak, orduyu devrimlerin bekçisi yapmak, İttihat ve Terakki genel merkezini hükümetin üstünde bir güce kavuşturma ve düzenleyici bir rol oynamasına çalışmak.

Bu siyasi partinin gerek askerlerden ve gerek sivillerden önemli kişileri şunlardı: Ohrili Eyüp Sabri, Yakup Cemil, Hüsrev Sami, Topçu İhsan, Sapancalı Hakkı, Atıf, Enver Paşa’nın yaveri Mümtaz, Talat Paşa, Enver ve Niyazi Beyler, Hüseyin Cahit, Hacı Adil, Ziya Gökalp, Kazım Nami, Akagündüz, Ömer Seyfettin, Mehmet Ali Tevfik, İsmail Müştak, Ömer Naci, Mithat Şükrü, Doktor Nazım, Prens Sait Halim Paşa ve birçok insan.

İşte Abdülhamid’in saltanatının sonunda karşılaştığı bu tehlike, İttihat ve terakkiden gelmiştir.

Başlangıçta kullarından Mareşal olan Arnavut Büyük Tahir ve Tümgeneral Arnavut küçük Tahir Paşalar ve Arnavutluk’ta İsa Bulatin, Padişaha İttihat ve Terakki’nin hakkından gelmeyi teklif etmişlerdi. Fakat Padişah, İttihatçıların Masonlarla işbirliğini bildiği için buna cesaret edememişti. Bu sırada Yanya Valisi Müşir Tatar Osman Paşa’yı ittihatçılar dağa kaldırmıştı. Ohrili Eyüp Sabri Bulgar, çeteleri ile birlikte dağa çıkmıştı. Bunun gibi birçok siyasi ve terör eylemini İttihat ve Terakki üyeleri gerçekleştirmişti.

Rumeli Müfettişi Umumisi Hüseyin Hilmi Paşa’dan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerçek gücünü sormuş aldığı yanıt şu olmuştu: Zati Hazreti Padişahlarına bildireyim ki bu bölgede benden başka herkes, İttihat ve Terakki cemiyetine dâhildir. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid, Manastırlı İbrahim Paşa’yı Selanik’e ve Manastıra’da Ferik Boşnak Şemsi Paşa’yı göndermişti. Şemsi Paşa, Sultan Abdülhamid’e gönülden bağlıydı ve çok sert bir komutandı. 7 Temmuz Salı günü 3 tabur Arnavut ve Boşnak süvarileri ile manastıra gelmiş ve oradan Resne’ye hareket ederek etmek üzere hazırlanmıştı. Buna karşılık İttihat ve Terakki ise Şemsi Paşa’yı manastırda vurmak hem ona hem de Padişaha bir ders vermek üzere karar almışlardı.

Bu suikast için seçilen üsteğmen Atıf Bey 26 yaşında genç ve cesur bir delikanlıydı. Orta boylu esmer yüzlü, kıvrık bıyıklı ve idealist bir subay olan Atıf Bey manastıra gelmiş ve 7 Temmuz’u 8’ine bağlayan Çarşamba gecesi gerekli düzenlemeyi yapmıştı. Paşa’yı vuracağı tabancayı da Prevezeli Ahmet Talat Bey’den almıştı. Sabaha karşı yattığı yere gitmiş ve 8 Temmuz Çarşamba gününü sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı.

8 Temmuz 1908 Çarşamba günü manastırın belli başlı yolları daha sabahtan insanlardan dolayı geçilmez hale gelmiş yer, gök, asker, polis ve jandarma ile yollar tutulmuştu. Kuşluk vakti Ferik Şemsi Paşa’nın faytonu postane önüne gelmiş ve arabanın önünü ve arkasını Muhafız Arnavut ve Boşnak Süvariler işgal etmişti. Paşa’da sabahtan beri postanenin üst katındaki telgraf ile Yıldızla iletişim kuruyor hareketini ve planını bildiriyordu. Padişaha bu iş için gereken her şeyi yapmayı ve bu subayları ölü veya diri olarak kökünü kurutarak bu sıkıntıyı ortadan kaldıracağını zat-ı şahanelerine arz ederim diyordu.

Tam bu sırada borazanlar çalmaya başlamış, askerler verilen emre uyarak süvari atların üzerine atlamış ve harekete hazır hale gelmişlerdi. Paşanın postanenin kapısında gözükmesi ve faytona kadar yürümesi için bir iki dakika yetmişti. Heybetli ve gururlu Ferik Şemsi Paşa, Enver ile Niyazi’nin ölü veya dirisini getirmeyi kendince çok kolay bir şey zannediyordu. İşte tam bu sırada askerin arkasına gizlenmiş bulunan genç bir teğmenin ortaya çıktığı ve cebinden çıkardığı bir tabancayla paşaya ateş ettiği görülmüştü. Paşa, tam faytonun basamağına ayağını koyduğu bir sırada, birkaç saniye içerisinde genç teğmenin beş kurşunu ile yere serildi. Ortalık karışır, Üsteğmen Atıf da yara alır ancak kargaşa ortamı ve havaya atılan silah sesleri kaotik bir ortam yaratır ve ardından yaralı Üsteğmen Atıf, kaçar bir eve sığınır ve orada sabahlar daha sonra İttihat ve Terakki mensupları tarafından alınır tedavi ettirilir.

Bu olay Abdülhamid üzerinde büyük izler bırakır ve anlar ki İttihat ve Terakki güçlü ve gerekirse beni de bir gün oturduğum yerde öldürülebilir diye düşünür…

Yazısı dizisi devam edecek inşallah.

Necati YÜZÜAK

Etiketler: » »
304 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.