logo

Teşkîlât-ı Mahsûsa 7.Bölüm

Teşkîlât-ı Mahsûsa 7.Bölüm

Abdülhamid manastırda patlayan tabancayla en sadık adamlarından biri olan Ferik Şemsi Paşa’nın şehrin en kalabalık meydanında ve 3 tabur Süvari askerinin gözü önünde İttihat ve Terakki üyesi 1 subay tarafından vurulduğunu öğrendiği zaman dehşet içinde kalmış ve bütün gün kendini gelememişti. Geçen iki günün ardından 9 Temmuz Perşembe günü Meclis-i Vukela yani Bakanlar Kurulu sabahın erken saatlerinde gecenin 8’ine kadar toplantı halinde kalmış uzun tartışmalar olmuş, Abdülhamid bu ortamdan bile rahatsız olmuştu. 10 Temmuz cuma günü sabah İstanbul gazeteleri geç çıkmış ve herkes merak içinde kalmıştı.

Daha sonra gazetelerin hepsinde bir resmi bildiri yayımlandı. Bildiri aynen şöyleydi:

İrade-i Seniyye Hz. Padişah bundan böyle Memalik-i Osmaniye’nin her tarafında Meşrutiyet yönetiminin kurulmasına izin vermiştir.

Bu karar millette de büyük karşılık bulmuştu.

4 Aralık 1908’de büyük bir törenle Meclis-i Mebusan açılmıştı. Bu açılışa Abdülhamid de katılmıştı. Mecliste seçilen milletvekilleri ile sarayda birlikte yemek yenmiş, ilk defa padişahla beraber milletvekilleri de yemeğe katılmıştı. Böylesi güzel ve özel bir geceden 3 ay sonra İstanbul’da 31 Mart faciası yaşanmıştı. Meclis-i Mebusan’ın önünde asi askerler adliye nazırını öldürmüşlerdi.

31 Mart’a şöyle bir bakalım;

Rumeli’den gelmiş Avcı taburlarına dâhil askerler Beyazıt meydanında silah çatmış, çadır kurmuşlardı. Sarıklı Cübbeli bir takım şeriatçıların askerin işini daldıkları, onlara bir şey söyledikleri ve harekete geçirdikleri görülüyordu. Rumeli’den gelmiş ve meşrutiyetin muhafızı kabul edilmiş bu saf ve masum askerlerin yobazlar tarafından fitne ve fesada yönlendirdikleri gerçekti. Nitekim sabahın erken saatlerinde sokaklara dökülen bu asker grupları havaya silahlarını boşaltıyor ve genç subayları yakalarından sürükleyerek öldürüyorlardı. İşitilen tek ses şu idi: Şeriat isteriz. Fakat kim kimden bu şeriatı istiyor belli değildi. Şeriat denilen şey neydi bu da belli değildi. Bağıran genç askerlerin hiçbirisi böyle bir konuya bilgi sahibi de değildi. “Yobaz ve softa grup iman elden gitti, İttihat ve Terakki memlekete gâvurluk getirdi” diye herkesi bağırtıyordu. Bunun asıl sorumlusu hükümetle beraber genç ve okullu subaylardır diyorlardı.

31 Mart Salı sabahı Beyazıt Meydanı, Ayasofya meydanı on binlerce insan insanın toplandığı alanlar, sağda solda kepengi kapalı dükkânlara saldıranlar, ortalığı kırıp geçirenlerle dolmuştu. Zaman ilerledikçe talepler değişmekte önce meclis kapatılsın, şeriat kralları uygulansın, alaylı subaylar tekrar geri iade edilsin görevlerine gibi talepler değişmişti. Güneş batana kadar zaman verilmiş, gereken yapılmadığı takdirde hükümet yöneticilerinin öldürüleceği ve genç subayların da öldürüleceği söyleniyordu.

Abdülhamid, bu durumu geceden öğrenmiş tam bir dinginlik ve tarafsızlıkla olayların gelişmesini beklemeye başlamıştı. Açık bir taraftarlığın kendisi aleyhine gelişebileceğini düşünerek sessiz kalmayı eylemişti. Padişahı korumakla görevli muhafız alayı komutanı Mahmut Muhtar Paşa isyanı bastırmak istemişse de padişah buna izin vermemişti.

Tebaam arasında kan dökülmesini istemem, olay barış yoluyla çözümlenmeli demişti.

Sabaha kadar kendilerine müdahale edilmediğini gören asiler, giderek küstahlaşmış ve Meclis-i Mebusan kısalmış, bu sabah meclise gelen milletvekillerini tutuklanmış, böyle bir başkaldırıya engel olmak isteyen Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Lazkiye Milletvekili Aslan Bey’i, Meclis-i Mebusan’ın önünde şehit etmişlerdi.

Diğer taraftan şeriat isteyen askerler genç ve okullu bir subayı köprü üzerinde öldürmüşlerdi. Artık İstanbul sokakları yerinde silah olan ve emir dinlenmeyen bu askerlere teslim olmuştu.

İstanbul tam 3 gün 3 gece bu disiplinsiz asi askerlerin elinde kalmış okullu subaylar, gençler, okumuş kimseler sokaklarda sürüklenerek öldürülmüştü. Halk korkudan sokağa çıkamaz olmuştu. Asi taburların kumandasını Hamdi Çavuş üzerine almış, Halim Çavuş’ta ona yardım etmişti. İsyanda 1. ve 2. Avcı Taburlarının isyanına Taksim kışlasındaki askerler de karışmışlardı. Olayların bu şekli taşra kentlerindeki etkisi çok büyük olmuştur. Bu olayı Makedonya’daki 3. Ordu merkezi de duymuştu. 3. Ordu kurmay kadrosu böylesi bir Avcı Taburlarının böylesi büyük bir olayı nasıl yapabildiğini anlayamaz anlayamıyorlardı. Acaba bu işin arkasında Abdülhamid mi vardı?

Adını hareket ordusu olarak tarihe geçen ordu hazırlanmış başına Hüseyin Hüsnü Paşa getirilmiş bu Tümen’in Kurmay Başkanı olarak da Mustafa Kemal Atatürk getirilmişti.

Bu Ordu’nun hedefi İstanbul idi.

Nisan’ın 3’ünde hareket ederek 6 Nisan’da Çatalca’ya gelmişti. Bağdatlı Mahmut Şevket Paşa’da Çatalca’ya gelerek İstanbul’a girecek olan bu hareket ordusunun emir ve kumandasını ele alacak ve paşanın yanında Erkan-ı Harbiye Reisi ve ikinci başkanı Rıza paşa vardı. Ayrıca Edirne’de hazırlanan bir tümen, Şevket Turgut Paşa ve Erkan-ı Harp Reisi Kazım Karabekir bey ile arkadan gelmişti.

İstanbul’da hala derviş vahdeti isminde bir softa, Volkan Gazetesi ile İttihat ve Terakkicilere Rumeli Eşkıyası diye sesleniyordu. Ancak ortada bir durum daha vardı. Abdülhamid’e bağlı İstanbul ve etrafını koruyan 2. Ordu kıtaları ile Rumeli’den gelen 3. Ordu birliklerinin sokak çatışmaları gerçekleşirse çok büyük kan akacaktı.

Abdülhamid dikkatli ve sağduyu ile derhal Çatalca’ya Sait Paşa’nın başkanlığında seçkin bir kurul gönderir ve der ki. Ben Kanun-i Esasi’nin devamından yanayım. Bu irtica ve gerici yobazları aldıranların da şiddetle cezalandırılmasına izin vereceğim. Bu kararı bu kadar önemli ki iki ordu karşı karşıya gelmeden akıllıca ve Abdülhamid’in zekice planı ile durdurulur.

Hareket ordusu, 10 Nisan Cuma günü İstanbul’a resmen girer ve İstanbul tekrar normale döner.

Gelen hareket ordusu içinde Mahmut Şevket Paşa, Mustafa Kemal, Fethi Okyar, İsmail Hakkı Bey ve Kemal bey gibi daha sonra devletin yönetiminde ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev alacak birçok subay kurmay bu ordunun içindeydi. Bu kadro aynı zamanda İstiklal harbi ve bağımsızlık mücadelesinde ön safta olmuş bir liderlik etmişlerdir.

Bu bölümleri her okuduğumda aklıma dün, bugün ve yarın olacak olan yobaz softaların bu milletin üzerindeki oyunları maalesef halen devam etmekte. Ne kadar kolay ki bu din meselesi bizim insanımızı çok çabuk etkiliyor ve maalesef akletmiyoruz!

Yazısı dizisi devam edecek inşallah.

Necati YÜZÜAK

Etiketler: » »
263 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.