logo

Teşkîlât-ı Mahsûsa 9.Bölüm

Teşkîlât-ı Mahsûsa 9.Bölüm

Yüzbaşı Zinnun, tahtan indirilmiş hükümdarın, bunları dikkatli ve düşünceli bir tavırla anlattığını, sözlerinde son derece içten olduğunu ve gerçekten görüşlerinin yerinde bulunduğunu bana söylemiş ve özellikle bu parasal yardımlar, borçlar ve yabancılarla ilişkiler konusunda tahttan indirilmiş padişahın şu düşüncede olduğunu ilave etmişti:

“Saltanatım zamanında aslen Midilli halkından olup, Fransız uyruklu bir sermayedara devletin altın akçe borcunun ödenmemesini, faiz ve taksitlerin hazineden verilmemesini Fransız hükümetinin nasıl gerekçe göstererek Midilli’ye savaş gemilerini gönderip asker çıkardığını ve adaya nasıl işgal ettiğini hala unutmadım. Hatta Fransızlar daha ileri giderek İstanbul limanındaki Rıhtım ayrıcalığının Fransızlara ait olması ve Fransız elçisinin arabasına ayrılan ülke toprağının Padişah emriyle Fransa’nın toprağıymış gibi kabul edilmesi izninden yararlanarak bu istasyon gibi kullanılan yere Fransız askerlerin çıkarıldığını, İstanbul rıhtımlarının ele geçirilmesi ile devletin nasıl baskı altına alındığını çok iyi hatırlıyorum. Bu hareketi işittiğim zaman son derece üzülmüş ve derhal şu emri vermiştim. Hazine-i Hassa’dan bu borcu derhal altın para olarak ödeyiniz. Ancak bu sayede Midilli Adası ve İstanbul Rıhtımları, Fransızların işgalinden kurtarılmıştır. İşte bu yeni korkutan bu iki örnek, yabancı sermayeyi ülkeye çağırmaktan alıkoymuştu.

Gene arkadaşım Debreli Zinnun, Abdülhamid’in dış siyasette oynak bir politika izlenmesi taraftarı olduğunu söylerdi. O devrin Avrupa’da iki büyük ittifakına liderlik eden İngiltere ile Almanya’dan hiçbirini doğrudan doğruya tutmamak gerektiğini ilave edermiş. Çok defa hükümdar: İngiltere’yi, İslam dünyası için dost tutmaya gereksinim vardır. Bir gün Hindistan ve Afrika’nın kuzeyinde büyük Müslüman kitlelerinin herhangi bir saldırıdan korunmasında bu devletin yardımına imparatorluğumuz muhtaçtır. Diğer taraftan Kara Avrupa’sında orduları ve silahlarıyla hiçbir zaman küçümsenmeyecek bir devlet olan Almanya’yı da darıltmamak zorundayız.

Birisinin Kara orduları bilgisinden, ötekinin deniz kudretinden faydalanmak için, Osmanlı İmparatorluğu’nun iki dostu olarak Almanya ve İngiltere’nin aynı düzeyde tutulması gerekmektedir. Bu sebeple yıllarca İngiltere ile dostluk söz konusu olunca Kıbrıs’taki Kamil Paşayı, Almanya ile dostluğu sürdürmek amacıyla Avlonyalı Ferit Paşa’yı iki koz olarak daima elimde tuttum. Bu iki lider dışında Rus Çarlığı bizim için yaşamsal bir öneme sahipti. Ulu atalarım Moskoflarla 200 seneden beri savaşmışlardı. Ben de saltanatımın başında Ruslarla savaştım. Buna şiddetli karşıydım çünkü o zamanki kaynaklarımızın bu savaş yürütemeyeceğini biliyordum. Fakat Midhat Paşa, hayalperestti ve Meclis-i Mebusan üzerinde etki yaparak tabii bir de Moskof düşmanlığının getirdiği heyecan ile savaşa girdik ve yenildik. Ruslar İstanbul kapılarına kadar geldi ve bize hasta adam diyerek dünyaya mesaj verdiler. Bu bana bir ders olmuştu. Ondan sonra daima savaştan çekindim. Yalnız Yunanlıların hareketlerine susmak olası değildi. Fakat bu savaşta %100 kazanacağımızı düşünerek açtık ve Dömeke Zaferi ile Athena kapılarına kadar dayandık. Bu bizim için bir kuvvet denemesi olmuştu ve Alman imparatorunu ayağımıza kadar getirmiştik. Yunanlılara biraz hoşgörülü davranmakla önce Almanya’yı kazanmış sonra da bu dostluktan kuşkulanan ve kaygıya düşen İngilizleri de bizimle yeni anlaşmalara yönlendirmiştik.”

Padişah biraz dinlendikten sonra şöyle devam etmişti:

“Göreceksiniz yüzbaşı, ittihatçılar İstanbul üzerine yürüyüşlerinden cesaret alarak bu devleti bir takım kötü serüvenlere sürükleyecekler, belki de Turancılık gayretiyle veya İslamcılık siyaseti ile! Korkarım ki hem Çarlık Rusya’yı, en büyük Britanya İmparatorluğu ile aynı zamanda savaşa sokacaklardır. Allah göstermesin böyle bir durumun oluşması durumunda Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalandığını görebiliriz.

İnşallah ihtiyaçlar, böyle bir denemeye girişme isteğinde bulunmazlar zira bu bizim memleket için gerçek bir yıkım olacaktır.”

Aradan yıllar geçti şimdi olayları daha yakından inceleyebiliyoruz ve 1909’da bu konuşmayı yapan Abdülhamid uzağa gören bir hükümdar demeyip de ne diyeceğiz.

Yazısı dizisi devam edecek inşallah.

Necati YÜZÜAK

Etiketler: » »
234 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.