logo

Milli Kültürde Dil

Milli Kültürde Dil

Milli Kültürde Dil

Bir millete, hayat iksiri ruhu ile dilinin onun elinden alınmasından, daha büyük zarar verilemez.-Immanuel Kant

Yaşanan andır. Önceki geçti mi bir sonraki başlar. Yaşamalar anlarca sürer. Hayat dediğimiz yaşanmaz. O yaşanmıştır. Yaşanacaklara zihinde zemin hazırlar. Hayat yaşamanın tersine, gerçeklikte bulunmaz ya nerededir? Hafızada. Gerçeklik nasıl yaşamanın ortamıysa, hafıza-zihin hakikati de hayatınkidir.

Yaşanmış anları sıralayın düzenleyen, böylece düşünülmeğe elverişli kılan akıldır. Geçmiş demek ki yaşanılmış olayların düşünme sırası ile düzenine zaman diyoruz. Sırayı şaşırırsak düzen bozulur. Düzen kısmen arızalanırsa hataya düşülür. Hepten bozulursa düşünülemez. O halde zaman yoksa düşünmede olamaz. Düşünme hayattır.

Karşılaşılan olaylar ile var olanlar hafıza-zihin yolu ile algılanırlar. Düşünüp anlama nasıl zaman çerçevesinde oluşuyorsa, olay ve var olanla karşılaşma ve bilahare bunların algılanmasındaki zorunlu etken mekândır.

Şu halde zaman zihin düzeniyken mekân da olaylar ile var olanların nizamıdır. Zaman ile mekân hatırlama ile düşünme, hayatın vazgeçilmez şartları olup hayat yaşatır. Yani hayatsız yaşam olmaz. Yaşamasız hayat olamayacağı gibi.

Evrende çift yaşar ve iki ortamı tek varlık insandır. Düşünme ve bundan düşünce üretme dil olayıdır. Dilsiz düşünülemez. Ve tabi ki duygulanılamaz. O halde hayat dille kaimdir. Olaylar karşısında hafızadaki bilgiler ve cevaplar ise öz bilinçtir. Hem bireyin hem toplumların hafızası öz bilinç kalitesi ve kapasitesi ile ölçülür. Binlerce yıldır yaşanmışlıklar (hayatlar) dil ile aktarılır. Yazı ile kalıcı olur. Eğitim kurumları çoğaldıkça bu hafıza kuvvet bulur.

Tarihi milli yazının iptali, toplumu oluşturan bireylerin bunaması demektir. İnsan bunalırsa kendini kaybeder. Toplum bunalırsa soykırıma uğrar. Özde dilini kaybetmiş bir toplum ise hafıza kaybına uğramış demektir. Hafızası yok olan birey ve toplumlar ise saldırıya açık hale gelmiş demektir. Türk dilini korumak demek ülkeyi ve milleti korumak demektir.

Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi, M.Ö. 1766’da geçer. Bu Şia Hanedanı devrine rasgelmiştir. Çince Tujue, Orta Asya dillerinde Turuk yahut Türük diye de geçer. Sanını taşıyan bir halkın dilidir. Türük-Turuk o kavmin gerçek adı olmayıp, şanlı, şerefli, asil anlamlarına gelen bir sandır, unvandır.

M.Ö. 4.yüzyıldan itibaren bahsi, iyiden iyiye geçmeye başlayan Hsiung Nuları (Hunları) M.Ö.209 yılında devlet çatısı altında ilk birleştiren Mete Han’ın babası Teoman olmuştur.

Türk ismi ilk kez Göktürk Devleti adı ile siyasi tarihe geçer. Göktürk Hanı Muhan Han (Ölümü: 576) Orta Asya Türk kavimlerinin yönünü, doğudan batıya çeviren ilk hakandır. Bu dönüş ile İpek Yolunun kontrolü sağlanır. Çin ve Roma arasındaki ticaretten büyük pay alır. Artık komşuları sadece Çin değil İran’dır. Bu sayede İran devleti devre dışı bırakılır. Türklerin asıl hedefleri Çin ile Roma ve Doğu Bizans arasındaki ticaretin kontrolünü almak, her iki uç medeniyetten; mal, tavır, hüner, zanaat, fikir ve zihniyet değiş tokuşu da yapmaktır. Muhan Han, İran’ın elinden, büyük toprakları olan Türkistan’ı da alır ve kendi toprağı yapar.

Çok önemli bir o kadar enteresan bir konu var Türkler için. Yeni aldıkları toprağı ikinci yurt veya tali yurt hiç görmemişler. Hatta gün gelmiş, gelmiş oldukları yurdu unutmuş yeni yurtlarına Türkeli, Türkili diyebilmişlerdir. Yeni yurtlarındaki kültürlere çabuk uyum sağlamışlardır. Onun için sürekli fetih ile meşgul olmuşlardır.

Türkler sadece 4 özelliğini terk etmemiş; Dil, devlet teşkilatı, ordu ve soy sop. Bunların saplantısında da hiç olmamıştır. En eski devirlerden beri Türkler, kandaş bireylerden oluşmuş veya böyle bir saplantılı hali hiç olmamış, Asena Efsanesi’nde hayat bulan silah arkadaşlığına dayalı bir topluluk olmuşlardır. İşte bunun adı “ordu” adı ile bugüne kadar gelmiştir. Bu ordu için gerekli at, silah ve savaş erzakı (kurutulmuş et) gibi temel unsurları hep kendileri üretmiştir. Türk hanlıklarının çatısı altında Budun’un yani halkın esasını sadece asli unsur Türkler değil, savaşta esir düşmüş fakat sağlıklı tüm bireyler veya düşman ülkeden de olsa birlikte düşman ülkeye saldırmada birlikte ordu mensubu olmayı kabul eden herkestir.

6. yüzyıla kadar genelde Türk ordusu göçebe oymaklardan yani boylardan oluşur iken Göktürk Devleti ile artık Budun yani halk ile devlet birlik ve bütünlük olarak hayata geçmiştir. Gönüllü olarak ecnebi de olsan Göktürk devletine tabiiyetini ve aidiyetini bildirirsen sen artık Türk’sün. Hatta bu yabancı unsurların Toy’da (Kurultay’da) bile temsilcisi bulunurdu.

Kavim esaslı Türk devleti çok eski tarihlerde kalmıştır. Türkler zaman içinde fethettikleri coğrafya da dâhil (hâkim unsur iken bile) oraya çabuk uyum sağlar, o kültürden etkilenir. Her ne hikmetse kendi dil ve kültürünü erken kılmakla hiç uğraşmamıştır. Son örnek Osmanlı bakiyesi topraklarıdır.

Bu bir zaaf mıdır? Yoksa bir erdem midir?

Buna, zaman ve tarih karar verecektir.

Necati Yüzüak

Etiketler:
1862 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.