logo

GÜLİSTAN-1

Fatih Alim Daşpınar

Fatih Alim Daşpınar
fatihseyyahoglu@hotmail.com
GÜLİSTAN-1

Konya’da yaşıyordu. Adı Gülistandı. Kars’ın göle ilçesinde dünyaya gelmişti. Ailesi bölgede sendikal faaliyetlerde bulunan sol görüşe sahipti. Çocuklarını büyük bir titizlikle okutmuşlar, fen lisesinden tıp fakültesine göndermeyi başarmışlardı. Ancak ne var ki üniversite yılları aile içinde büyük bir drama sahne olacak ve Gülistan, Selçuk Üniversitesi son sınıftan atılacaktı. Aile el bebek gül bebek yetiştirdiği Gülistan’ı bir de İslami faaliyetlerin içinde bulmuş daha ilk senesinden sonra kızlarını peçe takan, fikir savaşları veren bir halde bulmuştu.

Birinci seneden sonra bu çatışmalar yavaş yavaş Gülistan’ı yaşayıp büyüdüğü memleketten de koparmaya başlamıştı. Yıllar geçtikçe aile Gülistan’a baskı yapmaktan artık yorulmuş, Gülistan’da verdiği mücadeleden hiç yılmadan sürekli kendini inandığı sahada geliştirerek Konya’da tanınan radikal İslamcı bir kimliğe bürünmüştü.

Annesi defalarca; Kızım biz de Müslümanız, yapma böyle bu kadar radikal olma diye telkinlerde bulunsa da herkes kendi fikri sabitesini doğru gördüğü için aralarındaki buzlar bir türlü erimemişti.

Nihayet yıllar yılları kovalamış Gülistan; Selçuk Üniversitesi 5. Sınıf öğrencisiyken radikal İslami faaliyetlere karışıp başörtüsü ile ısrarla okula gelmekten hakkında işlem yapılmış, peçesini çıkartmamak için verdiği mücadelenin sonunda okuldan atılmıştı.

Alevi bir ailenin kızı olmasına rağmen üniversitede İslami hassasiyeti olan bir takım kişilerle tanışmak onu bambaşka bir insan yapmıştı. Öyle ki hidayete erdiği ilk yıllardan itibaren baskıcı bir tutumla annesine babasına tebliğ yapmaya başlamış onların itikat amel ve eylemlerini beğenmediği için aylarca yıllarca süren dine davet süreçlerinin ardından ailesini anne babalıktan reddetmişti.

Ailesi de onun tam tersi sol radikal fraksiyonların içinde kendi ailesinin yaşam değerlerini zamanında hiçe sayarak birkaç kez cezaevine girecek kadar eylemlere katılmış, halkların özgürlüğü için Türk solunun yılmaz savunucuları olmuştu. Hayat onları bu kez kendi evlatlarının radikalliğiyle yüzleşmeyle karşı karşıya getirmişti.

Ne hazin bir yüzleşmeydi bu.

Zaman zaman eşiyle konuşmaları sırasında eşinin ailesinin Demirel ve Özal’a oy vermesi bile aralarında kavga konusu olmuş huzursuzluklar çıkmıştı. Şimdi kızlarının bu hallerini gördükçe yahu biz zamanında neleri eleştiriyorduk simdi neyle karşı karşıyayız diye hayıflanıp duruyorlardı.

Gülistan ve ailesi üniversite sürecinde derin çatışmalara girmenin sonucunda aile bağları tamamen kopan bir hâle gelmişti. Ailesi Gülistan’ın büyülendiğini düşünüyor, Gülistan’da ailesinin küfür bataklığında kalmayı tercih ettiğini bu yüzdende ailesiyle tüm bağlarını koparmanın kendince haklılığını düşünüyordu.

Kendisini hidayete ermenin ağırlığı içinde düşünürken ailesinin uçurumun kenarında olduğunu düşünüyor bunu da en cesur kelimelerle her defasında da hiç çekinmeden anne babasına haykırıyordu.

Hayatını dinine, şehadete, ölüme ve sonsuzluğa adamıştı. Bağlı olduğu radikal İslami cemaatin kadın kolları alanında faaliyet göstermeye başlayarak kendine yetecek miktarda ün de yapmıştı.

Konya’da İslami radyolara katılıyor, programlar düzenliyor. Bosna savaşı ve Çeçenistan savaşı için konuşmalar yapıyor yardımlar topluyordu. İslami faaliyetlerin yuvalanma merkezi olan Konya onun için büyük bir sığınma limanıydı. Öteden beri İslami faaliyetlerin merkezi olan Konya Gülistan gibi bir cevheri elbette bağrına basmalıydı ve basmıştı da.

Gülistan ailesini dini için, gönlündeki sevda için terk etmiş ve üniversite son sınıftan tıp öğrencisiyken okuldan atılma unvanını almış olması İslami camiada el üstünde tutulmak için yeterliydi.

Gülistan okuldan atıldığını ailesine söyleyemiyordu. Eve dönmesi de neredeyse imkânsızdı. Tek çare olarak kendisi gibi düşünen biriyle evlenmeyi görüyordu. Cihada giden, savaş veren bir mücahitle evlenmek tek dileği haline gelmişti. Gülistan büyük devinimler yaşayan bir sürece evirilmişti.

Daha yirmi iki yaşındaydı. Ağır bir yükün altında dimdik ayakta durmaya çalışıyor ailesi ile bağların kopması içinde fırtınalar koparsa da dışındaki Gülistan’la barışık olmaya özen gösteriyordu.

Gülistan artık kesin bir kararla evlenmeye niyet etmişti. Aynı evi paylaştığı bir polis kızı olan o da tıpkı Gülistan gibi ailesini tekfir edip radikalleşerek ailesini takmadan evlenen ev arkadaşının evlendiği gibi eşinin arkadaşlarından biriyle bir şekilde evlenecekti, öyle düşünüyordu. Urfalı mücahit Said ile evlenmesi onu etkilemiş arkadaşının eşinin çevresinden bir mücahitle tanışıp din eksenli fikirlerin tam uyuştuğu bir evlilik istiyordu. Onun için ten, ruh duygu uyumu değil din uyumu yani birebir örtüşen fikir uyumu önemliydi.

Evliliğini içinde ve dışında yaşadığı savaşların üstüne bina etmek istiyordu Gülistan. Solcuların; “savaşma seviş” tezini anne babasından çok duymuş, zaman zaman bu iğrenç teze karşı annesiyle tartıştığı olmuştu. Onlarda artık seksenli yılların sol sağ çalışmalarından yorulmuş sloganlarını kırklı yaşlardan sonra savaşma seviş noktasına taşımışlardı. Hayatın gerçekleriyle kırkından sonra yüzleşirsin kızım sana ne desek boş dediği çok olmuştu annesinin. Ancak Gülistan için bu vızıltıdan ibaretti.

Nihayet Gülistan arkadaşının eşi Said’in tavsiye ettiği yeni yetme bir mücahit ile görüşmeye karar vermişti. Said’in zirvedeki radikal duruşu da İslami camianın ülkeden ülkeye koşan cihatçılar arasında doğal olarak göze batıyordu. Hangi şehirde yaşadığı tam olarak belli olmayan her şehirde irtibatları olan, Çeçenistan’dan Bosna’ya, Ogadin’den More’ye kadar mücahit bağlantılarının içinde olan garip biriydi. Gülistan bu kadar birikimli bir insanın ona en doğru insanı tavsiye edeceğini düşündüğünden Salim ile görüşmeyi kabul etmişti.

Salim ile Said 1996 yılında birinci Çeçen cihadının sonlarına doğru birlikte seyahat etmişler Çeçenistan mücahitlik damgasını unvan olarak almışlardı. Bu camianın içindeki en büyük zaaflardan biri büyük düşmanlara karşı küçük eylemlerin devası algı alanına dönüşmesiydi. Girip çıkmak mücahit olmak için kâfi geliyordu. Çoğu zaman o yola yönelmek bile kâfi geliyordu. Bakir bir alandı. Dinin en zirve ibadeti olarak göze batan bu saha okadar büyük şeylere gebeydi ki kelimeler bile kifayetsiz kalırdı bu alanda olup bitenleri yazmaya.

Bu seyahat salimin gülistan ile yüz yüze gelmesi için yeterliydi. Başka bir kritere, birikim tecrübe ve denklik arayışına vs. gerek bile yoktu. Bir insan Allah için kendini adamışsa bu onunla evlenmek için yeterli bir sebepti. Öylede olmuş Salim bu girip-çıkma seyahatinden sonra tescilli mücahit olmuş, Gülistan’ın da görüşülebilecek erkek hüviyetini kazanmıştı.

Salim gidip geldikten sonra bu faaliyetlerin içinde daha yoğun olmuş İslam dünyasının her neresinde bir zulüm varsa kendini oralara karşı sorumlu hissetmeye başlamış tüm düşüncelerini cihat üzerine kurgulamaya yönelmişti. Aslında içindeki derin boşluğu bu şekilde tamamlamış görünüyordu.

Yanlız yaşıyordu. Liseyi bitirmiş ne yapacağını bilmeyen temiz bir gençti. Ne olduğunu ne olacağını ne yapması gerektiğini bilmiyor, suyun akışına göre akıp gidiyordu. İç dünyasındaki berrak ruhuna intisap ederek dinin en zirve saydığı şehadet şerbetini içip bu dünyadan çekip gitmeyi planlıyordu.

Peki, Allah bu dünyadan çekip gitmesini mi istiyordu? Ölmek mi, şehit olmaktı yoksa olmak mı?

Henüz bunlara cevap verebilecek yaşta ve olgunlukta değildi. Etrafında aklı başında insanlar da yoktu.

Salim, düşsel bir muştunun içinde savrulup gidiyordu. Dini tedrisatın içinden geldiği için evrensel düşünce ve din müktesebatına vakıftı. Küçük yaşlarda Seyid Kutuplar okumuş, Afgan cihadını ezberlemiş, Urduca; “Ronek behima roşen gerima dini Muhammed peygamberima” marşlarını daha on üç on dört yaşlarında ezberlemişti. Radikal Müslüman genç cemaatine takılmış onlarla yaz ve kış kamplarına gitmiş  Beyazıt meydanlarında defalarca “kahrolsun İsrail, kahrolsun Amerika” sloganları atmış. Daha küçük yaşlardayken doğal mücahitlik sahasına girmişti. Onun ve onun gibilerinin doğal alanı
körpecik bedenlerinde olması gerekenden çok ötelerde bir şeydi. Ölmeliydi onlar, şehadet şerbetini içmeliydiler. Daha çocuk yaşlarda dünya, dümdüz görünüyordu gözlerine. Fikirsel beslenmelerindeki en zirve şey şehadetti.

Allah için ölmek…

Allah için olmak ile ölmek tam bir fikirsel kargaşa idi bu camia için. Ne için ölecekti? Allah için nasıl ölünür? “Allah kendi yolunda saf tutup savaşanları sever” ayeti onlar için tamamen bir gitali/fiziki çatışmayı, fiili savaşı işaret ediyordu. Çünkü Allah onların inancında ne kadar günah islerlerse islesinler sorgusuz sualsiz şehit olanları savaş meydanında ölenleri affediyordu. Daha onlu yaşlardayken yirmili yaslara geldiklerinde mutlaka şehit olmalıyım diyorlardı kendi aralarındayken. Ergen dönemdeki fikirleri onları adeta Afyon yutmuş gibi uyuşturuyor bir nevi bulutların üstünden cennete uçuruyordu.

Salim, bu seyahat sonrası cihat basamaklarını tırmanmaya başlamış onu finale taşıyan şehadet için iyi bir zemin yakalamıştı. Yaşadığı kısa sure içinde tanıdığı insanlarla birlikte dar alanda seçkin bir yere yükselmişti. Ebetteki ayakları yere basmayacaktı. Çünkü bir statü kazanmıştı. Hem de statülerin en ulvisi; Cihat, şehadet ve cennet. Tüm bu evrelerin tadını almış kendince kendini bulduğunu düşünüyordu.

Artık hiç durmayacak, nerede savaş varsa oraya koşacaktı. “Biz cihadı alnımızın çatına vurduk. Her sabah duamızın başına şehadeti koyduk.” Mısralarını mırıldanmadığı gün yoktu belki de.

İçi içine sığmıyordu. Cihat olsa da gitsek diyen, sürekli bir savaş ortamını hayal eden aslında kıpır kıpır ama yapayalnız bir çocuktu. Daha kişiliği oturmamış ergenlik kokusu ağzından gitmemiş, ergen olayım derken erken mücahit olmuş şefkate muhtaç pırıl pırıl bir gençti. Yaşamak verilmişken eline, o ölmeyi telkin ediyordu kendine. Çünkü bir tane aklı başında insan yoktu ki etrafında nasihat edebilecek. Çünkü etrafındakiler çay ocağı kürsülerinden vaaz veren tipler olduğu için ona dokunmayı nasip etmenin el sürmek yakınlaşmak olduğunu bilmiyorlardı ki.

Salim, ne yaptığını bilmese de yüklendiği sorumluğun ağırlığı içinde kararlı bir şekilde ilerlemeye odaklanmıştı.
Çeçenistan’a gidip gelmenin neticesinde oda tipik Gülistan gibi Konya da dâhil, radikal camianın içinde bazı mihraklarca bilinmeye başlamıştı. Dar bir camia olduğu için herkes birbirini tanıyordu. Bir kaç kez Konya’da cihat komitesinin yeni mücahidi olarak yeşil parkesini sırtına giymiş görüşmelere gidip Çeçenistan savaşını Çeçen komutanlarla beraber bazı radikal cemaatler ile birlikte istişare görüşmelerine bile katılmıştı. Yüzündeki heyecan onun zaman zaman çocukluk ve ergenlik yönünü ortaya çıkarsa da çaktırmamaya çalışıyor “oğlum sen mücahitsin, mücahit gibi davran” telkinlerini kendi içsel âleminde mırıldanıp duruyordu. 

O dönemlerde sözde tescilli mücahit kadrosuna girmeyi başarmış temiz yüzüyle göz doldurmaya başlamıştı. Gözü adeta hiçbir şey görmüyordu. Bir anda kendini savaşçılar âleminde zirvede bulmuştu. Geri dönme ihtimali aklının ucundan bile geçmiyordu.
Kendini kaybettiği için bu atmosfer içinde kendini bulduğunu düşünüyordu.

Dünyanın herhangi bir yerinde hasbel kader cihat meydanlarında bulunmuş tipler kendine büyük bir pâye veriyorlar, kendilerini seçkinler sınıfında görüyorlardı. Onlar seçilmiş cihat ehliydi. Diğerleri zaten dünyaya dalmış zavallılardı.

Bosna’ya giden, Çeçenistan’a giden kendini zaten Allah’ın kılıcı gibi görüyordu bu alemde. Salim ne kadar mütevazı olmaya çalışsa da mücahitler âleminde; “vav gencecik çocuk her şeyini bırakıp cihada yönelmiş” Bakış, nazar, söz, gıpta övgü sözlükleri nazari itibariyle o rütbeye çoktan çıkmıştı. Adeta uçuyordu. Ne güzel şeymiş bu mücahitlik yav diyordu içinden.

Herkes seni el üstünde tutuyor. O âlemi terk edeni ihanetle suçlayan orada kalmayı tek kurtuluş yolu gören insanlar arasında söyleyecek sözleri de çoktu aslında.

Hulasai kelam Salim, bir de bu gri bulutlu süre içinde evlilik görüşmesine yöneltilmişti arkadaşı baş mücahit Said tarafından.

Onlara göre evlenmek çok kolaydı. Her iki tarafta anne baba baskısını çoktan terk etmiş, olgun ve düşünceleri oturmuş bir mücahit ve mücahide olarak hayatlarını uygun insanla birleştirmenin kolaylığına inanmışlardı.

Evlenene Allah yardım eder deyip yola çıkmak bu bağlamda itikadı bir şeydi onlar için.

Nihayet Salim, irtibatlar sonucunda talimatlara uyarak Konya’ya gitmeye Gülistan’la görüşmeye karar vermişti.

Payeli bir mücahit olması elindeki tek diplomaydı.

Said’de kıza gerekli bilgileri vermiş. Mücahit bir kardeşimiz seninle görüşecek demişti.
Tabi ki radikal Said, kendisini arayarak bunu söylememiş aracı olarak eşine söylemişti. Çünkü kadın sesi haramdı! Said eşini Konya’dan kaçırmış İstanbul’da muhtarlığa kayıtlı olmayan bir evde yaşıyordu. Resmi nikâhları da yoktu. Çünkü radikalizm her şeyi reddetmek zorunda bırakıyordu insanı. Evlendiği kızda tıpkı Gülistan gibi ailesi ile irtibatı koparmış peçe, çarşaf ve bolca okuduğu radikal İslami kitaplarla herkesi tekfir eder duruma gelmişti.

Yazının devamı gelecek…

Fatih Alim DAŞPINAR

Etiketler: » » » » » »
463 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Şehidin Makberi Göklerdir

    26 Mart 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler

    Tevrat Hz. Musa'ya, İncil ise Hz İsa’ya indirilmiş ilahi kitaplardır fakat yıllar içerisinde Musa'nın ve İsa'nın dinleri bozulmuş, kitapları deformasyona uğratılmıştır. Yani iki kitapta insan eliyle değiştirilmiştir. Şu an piyasada yüzlerce farklı çeşit İncil ve Tevrat var ve her birinin içeriği diğerinden farklıdır. Hiç bir ilahi kitapta, insanı da geçtim, hiç bir canlının, hele de bir masumun öldürülmesi emredilmez, tavsiye edilmez. Kur'anı Kerim bunun için var ve kıyamete kadar İslâm dini ve Kur'an-ı Kerim teminat altındadır ve nihai ...
  • Haksız Hukukun Kanlı Elleri

    13 Aralık 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Zulüm ile kendi "haksız hukukunu" sağlamaya çalışan İsrail, hem kendi halkına, hem Dünya'ya ne kadar rezil, ne kadar acımasız hatta nasıl gaddar ve kalleş olduğunu her fırsatta gösterdi utanmadan. Sanmasınlar ki zalimlik ile âbâd olurlar! Neyi kurtarmaya çalışıyorlarsa bilsinler ki ilk önce ondan olurlar. Ve elbet mazlumun sahibi Allahtır. Bir gün kimin kimde ne hakkı varsa Allah (c.c.) herkesin hakkını iade edecektir. Gerek bu dünyada gerek ahirette. Hainlik ve gaddarlık ile zafer kazanılmaz bunu er geç anlayacaklar ya ahirette y...
  • Bir Yerlerde Birilerine Hep Yazık Oluyor

    08 Ekim 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İnsanın her şeyi, layıkıyla hak ettiğini yaşadığı bir hayat yok.Bir yerlerde birilerine hep yazık oluyor.Bir yerlerde hep birilerinin hakkı çiğneniyor.Bir yerlerde hep birileri istemediği şeylere mecburen katlanıyor.Yaşamak güzel ama birileri bunu hep zorlaştırıyor, kendilerine de bize de! Olan olur üzülürsünüz, içiniz burkulur ama anlamazlar hislerinizi, anlamazlar gerçekleri.Boşuna anlatmakla heba etmeyin kendinizi. Aynı yere aynı pencereden bakmak, aynı şekilde görmek demek değildir. Gözle görülen aynıdır da gönüllerin gördüğü bamba...
  • Kabahat altın taç olsa, kimse alıp takmaz başına

    10 Temmuz 2023 Din ve Yaşam, Eğitim, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Sivil Toplum, Tüm Manşetler

    İçimde kocaman bir ağlamak var,Kimse gerçekleri görmüyor, duymuyor.Çok görüntü var!Dışı iyi gibi görünüyor ama içi öyle değil.Çok kelâm ediliyor, bakınca bir sürü laf sözAma kulak verince bakıyorsun ki,Ne sözü söz ne gözü göz. Çok suret var,Lakin her gördüğün yüzü insan mı sanıyorsun?Sureti öyledir ama sireti başkadır.Sen, o öyledir zannedersin,Bu böyledir, yerli yerincedir dersinAma bir bakarsın ne görünen göründüğü gibidir,Ne de beklediğin öyledir. Bilirsin;İyilikten iyisi, kötülükten kötüsü yokAma bakarsın;İnsan gibi insan olmaları iç...