Son Dakika
Gülistan eve geldiğinde kendini çok mutlu hissediyordu. Elini yüzünü yıkamış kanepeye uzanmıştı. Nihayet çıkartmadığı o siyah peçeden de doğal ortamında kurtulmuştu bir nevi.
Arkadaşı Zeliha cemaate ait bu evde onun tek sırdaşıydı. Zeliha’da meraktan çatlıyor gülistanın gidip gidip eli boş dönmesinden hep muzdarip oluyordu.
Bak dedi çayı koydum, şimdi birazdan anlat bana neler olup bittiğini. Bu kaçıncı kız, artık birini beğen de baş göz edelim seni.
Zeliha da tıp okuyan bir öğrenciydi. Ailesi cemaatten birileri olduğu için, ailesiyle sorun yaşamayan biriydi. Üç yıldır Gülistanla aynı evi paylaşıyor, birlikti yiyip içip birlikte programlara gidiyor İslami faaliyetlerde bulunuyorlardı.
Annesi de tıpkı kendisi gibi İslami hassasiyetleri olan biri olduğu için daha dingin daha normal bir ruh hali vardı. Gülistan gibi giyinip kusansa da onun kadar ekşın yaşamıyordu. Anne baba baskısı olmasa Gülistan’ın tam tersine şık şıkıdam giyinmeye, gezmeye tozmaya da oldukça yatkındı.
Biraz Gülistan onu radikalleştiriyor, bedenine birkaç gömlek fazla gelen yüklemelerle onu kendine çekmeye çalışıyordu.
Zeliha okula peçesiz ve normal tesettürle girdiği için hakkında bir işlem yapılmamış 28 Şubat despotizminin büyük hasarlarına pek maruz kalmamıştı. Okula bir yıl ara vermiş, bir şekilde okulda tutunmayı başarmıştı.
Gülistan her ne kadar radikalmiş gibi dışarıda görünse de onunda içinde bir çocuk, genç bir kız, cıvıl cıvıl bir hayat vardı ve bunu en iyi bilen Zeliha’ydı.
Zeliha mutfaktan laf atmaya devam ediyor; bak kız, bence sen bu çocuğu beğendin, eğer beğenemeseydin şimdi çoktan başıma ekşimiştin. Sesin çıkmadığına göre sende bir şeyler var deyip laf atıyordu mutfaktan.
Gülistan gözlerini tavana dikmiş biraz muştulu biraz tedirgin boş boş bakıyordu. Zeliha’yı duymuyordu bile. Mutlu hissediyordu kendisini. İçi kıpırdamış bu çocukta bir farklılık var diyerek heyecanına kapılmıştı. Çok doğal gelmişti Salim ona. Rahat ve kendinden emin. Bu kadar sakin, bu kadar cesur ve yakışıklısına da pek rastlamamıştı. O, aslında ruhundaki birini bulduğunu düşünmeye çok yakın hissediyordu kendini. Salim hem mücahit hep sempatik, hem kendince yakışıklı, temiz biri olarak iz bırakmıştı.
Yüzünde gülücükler ile içeri girdi Zeliha.
“Vallaha sende bir hal var” diyerek kayseri şivesiyle kanepenin ucuna oturdu. Ne oldu kız çabuk anlat.
Sen âşık mı oldun yoksa?
Gülistan, yüzündeki gülümsemelerden fazlasıyla ele veriyordu kendini.
Valla Zeliha bu biraz farklı! Yarına görüşme kararı aldım. Bu akşam hem seninle hem de hocamla bir istişare yapıcam ve ona göre karar vericem. Ama olumlu düşünmeye çok yakınım. Bazı şüphelerim olsa da bu çocuk etkiledi beni!
Hah şöyle itiraf et dedi Zeliha. Çarpıldın sen. Tıpkı benim tek taraflı anatomi dersi veren stajer hocaya çarpılmam gibi. Hani habire gülüyordunuz ya bana. Çarpılmak neymiş birde sen yaşa!
Gülistan aşka hiç kapı aralamamış kendini hep gizlemişti. Zeliha’nın o tek taraflı çarpılmasına da hep kızıyor, onu sürekli eleştiriyordu. Şimdi ise kendisi efsunlu bir çarpılma ile karşı karşıya gelmişti. Ya Salim’e âşık olur sonra bu iş olmazsa diye kara kara düşünmeye başlamıştı şimdiden.
Zeliha onun bu dalgınlığından çok memnundu.
Demek ki kimseyi kınamamak lazımmış kızım “insan kınadığını, yaşamadan ölmezmiş” demeden kendini alamadı.
Oda kasvetli ama tatlı bir muhabbetle şenleniyor. Yaş ve ruhlarına uygun şakalaşmalara sahne oluyordu. Nihayet ikisi de gencecik kızlardı. Onların da aşkları sevdikleri olmalıydı. Sevgi olmadan normalleşmek, insan için neredeyse mümkün değildi. Sevgi hayatın kendisi, insanın yasam kaynağı yaratıcının kullarına verdiği en değerli nimetti.
Gencecik yaşlarda yüklendikleri ideolojik ağırlıkların altında ezildikçe eziliyorlar kendi öz benliklerinde yaşaması gereken şeyleri terk edip, Çeçen dağlarını, Afgan, Bosna dağlarını terennüm edip anlamsız yüklemelerle içlerini tıka basa dolduruyorlar.
Kendi çekirdek öz benliklerini neredeyse yok satıyorlardı. Oysaki insan önce kendine dönmeliydi. İçindeki çocuğu geliştirip, yavaş yavaş bilgi ile donanımlı hale gelmeliydi. Kişiliği oturmayan bir çocuğa, dünyanın yükünü yüklemekte neyin nesiydi!
Gülistan ile Zehra saatlerce aşk tartışması ile geceye dayanmışlardı. İçlerindeki kavganın adını koyamadıkları için dışlarındaki kabukla cebelleşip durdular.
Nihayet gece olmuş herkes odasına çekilmişti. Acaba ne olacaktı bu iş. Gülistan ilk defa sıcak baktığı bu işe yönelebilecek miydi?
Salim nasıl etkilemişti beni diye de bir taraftan kendine sorup duruyordu. Memnun Kalmak yerine bir tedirginlik içinde olması da ayrıca düşündürücüydü.
Sabah erkenden hocamı arar Zeliha’yla yaptığım istişare bana yetmez diyerek başını yastığa koydu. Zor şer uyumaya çalışsa da uyuyamıyordu. Acaba Salim şimdi nerde kalmış, neler düşünüyordu diye de kendine sormadan edemiyordu.
Salim de benzer duygular içinde bir tek şeye odaklanmıştı. Acaba peçenin altındaki yüz nasıl?
Oda tıpkı Gülistan gibi ona tahsis edilen öğrenci evinde bir iki muhabbetten sonra ilerleyen saatlerde yatağa uzanmış zor şer uyuyabilmişti.
Acaba yarın ne olacaktı? Gülistan sabah hocasıyla görüşüp ne diyecekti? Ya Salim Gülistan’ın yüzünü gördükten sonra neye karar verecekti? Ya da onun kararının ne önemi vardı?
Devamı gelecek…
Fatih Alim DAŞPINAR
Etiketler: bursa » Fatih Alim Daşpınar » GÜLİSTAN » GÜLİSTAN-4 » mahzen cafe » mahzen kafeYorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
26 Mart 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler
13 Aralık 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler
08 Ekim 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler
10 Temmuz 2023 Din ve Yaşam, Eğitim, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Sivil Toplum, Tüm Manşetler