logo

GÜLİSTAN-5

Fatih Alim Daşpınar

Fatih Alim Daşpınar
fatihseyyahoglu@hotmail.com
GÜLİSTAN-5

Sonbaharın serinliği Konya’nın dümdüz sokaklarını kuşatmış gecenin ayazı sabaha damgasını vurmuştu.

Gülistan kurduğu saatin zembereğinin saatin sol sağ duvarlarına vurmasıyla yatağından sıçradı. Her defasında bu iğrenç baba hatırası kurmalı saati değiştireceğini söylese de bir taraftan onun odanın sessizliğini bozan tik tak seslerine öyle bir alışmıştı ki adeta onu senfonik bir müzik nota olarak hissediyordu. Ama gel gör ki sabahın köründe dağdan boşalan sel suları gibi takır tukur çıkardığı sesten de nefret ediyordu.

Birden yataktan sıçradı. Salim dedi sessizce. Duvarın üzerinde asılı duran tevhid sancaklı levhaya bakarak; “inşallah iyi mücahitsindir salim, ne yalan söyleyeyim sana gönlüm kaydı” dercesine bu güne bir başka ruhla uyandığını kendi kendine itiraf etmeye başlamıştı.

Ya Gülistan, kendine gel. Mücahide bir kız âşık olamaz dese de gönül ferman dinlemiyordu. Bir taraftan da ya sakin ol nihayet bugün olumlu konuşur yüzükleri takarız, sonrada evleniriz. İnsan evleneceği insana biraz gönül kaydırır ne var bunda diyordu.

Ya hocası olumsuz kanaat belirtirse! Olmaz bu iş bu çocuk sana göre değil der bütün kapıları kapatırsa!

Gülistan karmaşık duygular içinde abdest alıp namazını kıldı. Ellerini göğe kaldırıp dua etmeye başladı; Allah’ım sen yücesin. Sinemdekini senin rızana uygun hale getir, ayağımı kaydırma, bu mücahit bana uygunsa nasip et değilse benden uzaklaştır.

Daha önce defalarca kez aşk yaşayan arkadaşlarını kınamış. Nasıl olurda bir Müslüman bir erkeğe nikâhsız halde âşık olabilir diye de farkında olmadan göklerde boşlukta bir yerde duran sözcükler fırlatarak aslında kendi ruhunu da yavaş yavaş istila eden aşk sarmalının siparişçisi olmuştu. Zira insan kınadığını yaşamadan ölmez sözünü en çok tekrarlayanlardan biride bizzat kendisiydi.

Belki de Salim kozmik âlemden ona, düşünce ve gerçeklerle yüzleşmek için gönderilmiş bir uyarıcıydı.

Salim öğrenci evinde tıpkı Gülistan gibi mışıl mışıl bir uyku uyuyamamış, karmaşık rüyalar görüp kesik kesik uyanmalarla sabahı zor etmişi. Ancak ne var ki saat kurmadığı için sabah namazına uyanamamış güneş doğduktan bir saat sonra falan namazını kılmıştı.

O da tıpkı Gülistan gibi merak içindeydi. Ne olacaktı bu görüşmenin sonu. Gülistan ona evet diyecek miydi. Ya hayır derse, ya “bu iş olmaz sen bana göre değilsin” derse. Ya akademik eğitimini öne sürüp sen bana göre değilsin derse. Salim’in kafasında bin bir soru saniyede onlarca kez gidip gidip geliyordu.

Ama bir yanı hep kaderciydi Salim’in. Kendi iradesi bir yere kadar fırsat verir sonrasını her işte olduğu gibi evlilik görüşmelerinde de Allah’a bırakırdı.

*****

Lise son sınıfta yakınlık kurduğu Fatma ile de aynı duygular içindeydi. Sahipsizliğin getirdiği boşluğu ona kapılarını açan karşı cinse sığınarak bastırıyor, ablasızlığın, annesizliğin varlıklarına rağmen yokluklarını karşı cinse sığınarak gideriyordu.

Fatma o okulu bitirdiğinde son sınıfa geçmiş üniversite kazanamamış bir güzel kızdı. Son sınıfta; 10 Kasım 1993 tarihinde saat 9:30’da İstinye’de Köşk Kafe’de arkadaşıyla beraber geldiği o serin suların senfoni oluşturduğu güz ayında İstanbul’u ısıtacak bir hararet içinde iki-üç saatlik bir görüşme neticesinde birbirlerine bağlanmışlardı. Aşk her ikisini de kör etmişti. Çünkü aşkın gözü kördü.

Uzun süren bu aşk hikâyesinde büyük bir belirsizlik vardı. Salim kararsızdı. Liseyi bitirmiş,  spor akademisini kazandığı halde lise diplomasını alamadığı için kayıt yaptıramamış üniversiteye gidememişti. Kendini boşlukta hissediyordu. Fatma’yla olan aşk yolculuğunun belirsizliğinin de farkındaydı. Öyle böyle iki yıl geçmiş, Fatma okulu bitirdikten sonra İzmir’e Astsubay Ekrem abisinin yanına gitmiş oda üniversiteyi tıpkı Salim gibi ihl mezunlarına uygulanan katsayı puan farkından dolayı maalesef kazanamamıştı. Boşluğu değerlendirip Ekrem abisinin yanına gitmeye karar vermişti.

Salim öteden beri Bosna ve Çeçen savaşlarına ilgi duyuyordu. Sürekli araştırmalar yapıyor iki bölgeden birine gitmek için can atıyordu. Ve bir yolunu bulup Çeçenistan’a gitmeye karar verdi. Fatma’yla helalleşmesi gerektiğine inanıyordu. 1995 Mayıs ayında Çeçenistan’a gitmeden önce İzmir’e giderek; ya ne olur hakkını helal et, ben Çeçenistan’a gidiyorum. Şehid olmak gibi bir özlemim var diyerek helallik alma sorumluğuna kendini sokmuştu.

İzmir’e gitmiş, Bornova’ya giderek daha önce aldığı adresi eliyle koymuş gibi çarçabuk bulabilmişti. Fatma buruk ama yine de sevinçliydi. Sevgilisinin umutsuz konuşmalarına defalarca şahit olmuş, bir ayrılık havasının önceki konuşmalara bağlı olarak kokusunu alsa da yine de sevinçliydi.

Salim kendinden emin hareketler sergiliyor, birçok yönüyle ne yaptığını bilmese de bir yönüyle ne yaptığını gayet iyi biliyordu. Fatma’yı abisinin evinden alarak Konak Meydanı’na kadar uzamışlardı.

Hep Çeçenistan’a gitmesi gerektiğini, sanki Çeçen halkı onu bekliyormuşçasına bir hava. Gitmesinin büyük bir mazeret olduğunu, yeryüzünde zulüm gören Müslüman kardeşlerine yardım yapması gerektiğini mağrur bir ruh halinde kendince anlatmaya çalışıyordu. Sanki Çeçenistan onu bekliyormuş gibi bir hava esindirerek baskın olmaya çalışıyor, gidişine meşru bir kılıf uyduruyordu.

Fatma’nın; ben ne olacağım Salim demesine itici cümlelerle karşılık veriyor, farkında olmadan incitici oluyordu. Ne söylediyse Fatma’nın gözyaşlarına engel olamamıştı.

Çok seviyordu Fatma Salim’i. Salim ise Fatma’yı sevse de karmaşık ve ne yaptığını bilmez duygular içinde bir o yana bir bu yana sürekli rüzgâra maruz kalan buğday tarlaları gibi yalpalayıp duruyordu. Aslında Salim her şeyden kaçıyordu. Kendini iri gövdeli bir mazeretin içine sokarak, ey ahali bakin ben çok mühim işlerden dolayı yardan, serden, vatandan ve en önemlisi canımdan vazgeçebilecek bir işe kalkışıyorum, duyun beni ey ahali duyun ve görün beni dercesine müphem bir esinti içinde kendine garip bir rota belirlemişti. Fatma’yı sevse de onunla evlenecek cesarette değildi. Ne ekonomik şartlar ne de psikolojisi buna müsait değildi çünkü. En iyisi mi tescilli mücahit olmak için ben yollara çıkayım da gerisi Allah kerim madundaydı.

O yüzden Çeçenistan kozmik bir sığınma limanı olmuştu onun için. Ne de olsa Çeçenistan’a gidene söz söylenemezdi. Nede olsa mücahitlik sınırsız bir paye idi!

O günü hiç unutamıyordu Salim. Fatma’yı gözyaşları içinde bırakmış kararlılığını ortaya koyarak sözde vedalaşmıştı. Bu nasıl helalleşme oldu diyerek o da tıpkı Fatma gibi hüzünle dönmüştü İstanbul’a.

Salim 25 kişilik toplama mücahit arkadaşlarıyla Azerbaycan Bakü’ye oradan da Zakatala üzerinden Çeçenistan yollarına düşmüş savaşın ani bir şekilde bitirilmesiyle apar topar geri dönmüştü. Neredeyse yirmi beş kişilik gurubun tamamı yahu neden bitti bu savaş daha biz gelip savaşçılık oynayacaktık dercesine barıştan memnuniyetsizliklerini ortaya koymuşlardı. Salim aylardır biriktirdiği ve dillendirdiği Çeçenistan sürecini bir anda bitirivermişti. Oysaki kıdemli mücahitlik için biraz zamana ihtiyaç vardı. Ani dönüşten kimse memnun kalmamıştı.

Salim döndükten kısa bir süre sonra abisinin meçhule giden kayığına zorunlu binerek Kırgızistan’a gitmiş sekiz ay da orada kalmıştı. Hayat onu oradan oraya savurup duruyordu. Çeçenistan’dan Kırgızistan’a uzanan meçhul maceralar süreci ona çok ama çok ağır bir tecrübe katmıştı.

Beş bin kişilik Novastroyka’da parmakla gösterilen, genç kızların penceresinin önüne gelip “ya tibye lüblü Salim” bağırtıları arasında bambaşka bir imtihanın içine girmişti.

Yıllar yılları kovalıyor zaman su gibi akıp gidiyordu. Ancak Fatma, Salimden halen daha umutluydu. Görüşmeleri soğuk belirsiz ama kesik kesikte olsa tam olarak Salim’de Fatma’dan kopmamıştı. Hatta defalarca ona ilgi gösteren Rus ve Kırgız kızlarına, kurdukları sucuk fabrikalarında çalıştırdıkları ona ilgi duyan bayanlara Fatma’nın adını söyleyerek hayır diyebilmiş, zor imtihandan sağ salim kurtulmayı başarmıştı.

Nihayet Salim Türkiye’ye döndüğünde Fatma’yla Zeytinburnu’nda görüşmeler yapmış Fatma’yı istemeye karar vermişti. Her ikisinin de imam hatipteki hocaları olan İbrahim Ateş hocasını aracı yaparak Zeynep ablasını da yanına alarak İzmit Kavaklıca’ya tayini çıkan Ekrem abisinin evine gidip ciddi ciddi Fatma’yı istemişlerdi.

Annesi salimi çok beğenmiş ancak iş-güç, ev-ocak mevzu bahis olduğunda birazcık kanaatlerinde olumsuz sinyalleri de daha ilk görüşmede fazlasıyla hissettirmişti. Hele bir annen baban gelsin o zaman bir görüşme daha yapar kararımızı veririz diyerek ilk görüşmeyi Fatma’nın ailesi sürece bırakmıştı.

O akşam vedalaşıp ayrılmışlar bir kaç ay sonra Salim anne babasını Zeytinburnu’ndaki evlerine getirmiş tatsız bir görüşmenin neticesinde olumsuzluk ortaya çıkmıştı.

Yavaş yavaş evlilik savaşından yılmaya başlamıştı Salim. Daha görüşme sürecindeyken baskıya maruz kalmak, hiç Salime göre değildi. Yok, evin yok yok işin yok halin. Hiç Salim’e göre sorgular değildi. Hızla yılmaya başlamıştı Salim bu halden. Zor bir işti Salim için evlilik.

İkinci görüşmeden sonra Fatma’nın annesi Salim’i arayarak; “oğlum sen çok iyi bir çocuksun, kendini iyi yetiştirmişsin ama ev-ocak olmadan iş-güç olmadan bu iş olmaz ben kızımı sana veremem, babana söyle sana bir daire alsın diyerek Salim’e net ve kararlı bir tavır takınmış, Salim’inde mücadele azmini adeta yok etmişti. Annesi elbette haklıydı ama Salim zaten zor hayatın içinde nereye tutunacağını bilemeyen bir gençti. Böylesi şeylere direnecek dermanı yoktu.

Fatma’da arada kalmıştı. Zor bir tercihle karşı karşıyaydı. Birkaç gün sonra Fatma gözde unlu mamullerine gelerek; “bak ben sana geldim. Evet, evet gemileri yakarak ne olursa olsun diyerek sana geldim, sana kaçtım, şuan beni alabilirsin, birlikte nereye gidersek oraya gidebiliriz” diyerek bambaşka bir eyleme kalkışmıştı.

Ne zor şeydi bu ülkede evlilik tesis etmek. Fatma’nın bu oldukça duygusal ve masumane teslimiyetine çok kararlı bir tavır takınan Salim, belki ömür boyu unutamayacağı bir son söz eylemine yönelerek hayır bu iş artık bitti diyerek vedalaşmayı tercih etmiş Fatma’yı Kağıthane’de otobüs durağına yengesiyle birlikte bırakarak vedalaşmıştı. Ama oldukça üzgündü. Ne diyebilirdi. Kımıldayacak hali bile yoktu. Abisinin onu Kırgızistan’a sürüklemesinin ağır maddi bedellerini ödemekle meşguldü.

Yıl 1997 aylardan sonbahardı. Bir sayfa daha Salim için kapanmıştı.

Salim hayatın evlilik süreçlerinin ülkesindeki en ağır örneklerini kendi ailesinden fazlasıyla bildiği için bu islerin ne kadar trajik geliştiğini çok iyi biliyordu. Ancak yaşayarak tecrübe etmesi de doğrusu ağır gelmeye başlamıştı.

Türkiye’de evlilikler tam bir travma içerikli ilerliyordu. Ya abartılı aracılar veyahut da kendisini sevdanın vahasına kaptıranlar ya da maddi güçle istediği kızı zorla alan tiplerle yapılan trajik evlilik örnekleriyle doluydu hayat. Ne evlenenler niye evlendiğini ne de boşananlar neden boşandığını henüz çözmüş değildi bu ülkede.

*****

Salimle Gülistan buluşma günü ne nihayet hazırlardı. Bugün dananın kuyruğu kopacak ne olacaksa olacaktı. Salim oldukça kararlıydı.

Gülistan hocasını aramış durumu özetlemişti. Salim’i anlatmaya çalışmış, hocası da “İyi düşün, sen iyi yetişmiş bir kızsın. Hata yapma ama anlattığın kadarıyla sen duygularınla gerçekler arasında bir çelişki yaşıyorsun” demeyi de ihmal etmemişti.

Gülistan Alaaddin Tepesinde saat 2 sularında tekrar görüşelim demişti telefon açarak.

Alladdin Tepesi küçük bir tepeydi. Bugün iki mücahidin görüşmesine evlilik serüvenine sahne olacaktı.

Salim evden erken çıktı. Çünkü gideceği yerin ne kadar mesafede olduğunu bilmiyordu.

Kolay bir şekilde bulmuştu bir saat öncesinden Alaaddin Tepesini. Sabırla Gülistanı bekliyordu. Gözü kapı girişine dikilmiş, belediye tesislerindeki garsonlar da seyrek müşteriler arasında Salim’in heyecanlı bekleyişini anlayabiliyordu. Çünkü Alaaddin Tepesi daha çok evlilik görüşmelerinin yapıldığı bir tepeydi. Artık herkes alışkındı bu tip sahnelere.

Nihayet Gülistan endamını göstermiş içeri girmişti. Salimin gözü ondaydı. Uzun boylu zarif bir fiziğe sahipti Gülistan. İçeri girdi hemen Salim’i görmüştü. Direk ona yöneldi. Selam verdi ve masanın diğer başındaki sandalyeye oturdu. Birbirlerine baktılar. Salim sakindi, Gülistan’daki heyecan bugün çok daha fazla kendini göstermişti. Salim, Gülistanın yüzünü görmese de davranışlarından normal olmadığını fazlasıyla fark edebiliyordu. Dünkü kendinden emin Gülistan bugün yok gibiydi. Masaya mütevazi bir şekilde oturmuş, içten ve samimi bakışlarla Salim’i süzüyordu. Ses tonu yumuşaktı. Salim dünkü havanın değiştiğini hemen anlamıştı.

Salim, Gülistan’ı şöyle bir süzerek elini çenesine dayayıp; “Eee Gülistan hanım bugün pek neşeli görünüyorsunuz. Açacak mısınız gül cemalinizi?

Devamı gelecek…

Fatih Alim DAŞPINAR

361 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Şehidin Makberi Göklerdir

    26 Mart 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler

    Tevrat Hz. Musa'ya, İncil ise Hz İsa’ya indirilmiş ilahi kitaplardır fakat yıllar içerisinde Musa'nın ve İsa'nın dinleri bozulmuş, kitapları deformasyona uğratılmıştır. Yani iki kitapta insan eliyle değiştirilmiştir. Şu an piyasada yüzlerce farklı çeşit İncil ve Tevrat var ve her birinin içeriği diğerinden farklıdır. Hiç bir ilahi kitapta, insanı da geçtim, hiç bir canlının, hele de bir masumun öldürülmesi emredilmez, tavsiye edilmez. Kur'anı Kerim bunun için var ve kıyamete kadar İslâm dini ve Kur'an-ı Kerim teminat altındadır ve nihai ...
  • Haksız Hukukun Kanlı Elleri

    13 Aralık 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Zulüm ile kendi "haksız hukukunu" sağlamaya çalışan İsrail, hem kendi halkına, hem Dünya'ya ne kadar rezil, ne kadar acımasız hatta nasıl gaddar ve kalleş olduğunu her fırsatta gösterdi utanmadan. Sanmasınlar ki zalimlik ile âbâd olurlar! Neyi kurtarmaya çalışıyorlarsa bilsinler ki ilk önce ondan olurlar. Ve elbet mazlumun sahibi Allahtır. Bir gün kimin kimde ne hakkı varsa Allah (c.c.) herkesin hakkını iade edecektir. Gerek bu dünyada gerek ahirette. Hainlik ve gaddarlık ile zafer kazanılmaz bunu er geç anlayacaklar ya ahirette y...
  • Bir Yerlerde Birilerine Hep Yazık Oluyor

    08 Ekim 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İnsanın her şeyi, layıkıyla hak ettiğini yaşadığı bir hayat yok.Bir yerlerde birilerine hep yazık oluyor.Bir yerlerde hep birilerinin hakkı çiğneniyor.Bir yerlerde hep birileri istemediği şeylere mecburen katlanıyor.Yaşamak güzel ama birileri bunu hep zorlaştırıyor, kendilerine de bize de! Olan olur üzülürsünüz, içiniz burkulur ama anlamazlar hislerinizi, anlamazlar gerçekleri.Boşuna anlatmakla heba etmeyin kendinizi. Aynı yere aynı pencereden bakmak, aynı şekilde görmek demek değildir. Gözle görülen aynıdır da gönüllerin gördüğü bamba...
  • Kabahat altın taç olsa, kimse alıp takmaz başına

    10 Temmuz 2023 Din ve Yaşam, Eğitim, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Sivil Toplum, Tüm Manşetler

    İçimde kocaman bir ağlamak var,Kimse gerçekleri görmüyor, duymuyor.Çok görüntü var!Dışı iyi gibi görünüyor ama içi öyle değil.Çok kelâm ediliyor, bakınca bir sürü laf sözAma kulak verince bakıyorsun ki,Ne sözü söz ne gözü göz. Çok suret var,Lakin her gördüğün yüzü insan mı sanıyorsun?Sureti öyledir ama sireti başkadır.Sen, o öyledir zannedersin,Bu böyledir, yerli yerincedir dersinAma bir bakarsın ne görünen göründüğü gibidir,Ne de beklediğin öyledir. Bilirsin;İyilikten iyisi, kötülükten kötüsü yokAma bakarsın;İnsan gibi insan olmaları iç...