logo

SİNA ÇÖLÜ ve ALEVLİ GÜNLER

Yaşar YAVUZ

Yaşar YAVUZ
yasaryavuz00@hotmail.com
SİNA ÇÖLÜ ve ALEVLİ GÜNLER

2500 kilometrelik bir mesafeyi, Sina Çölü’nü geçmek. Bugünün şartlarında bile olağanüstü gayret gerektiren bu yolculuğu, Yavuz Sultan Selim 13 günde tamamlamıştır. Napolyon’un büyük bir askeri deha saydığı, tarihi kayıtlarda belirtilir. Fakat Napolyon Yavuz’dan 300 yıl sonra Sina Çölü’nü geçmek istemiş, fakat bunu başaramamıştır. Fransız askerleri susuzluktan cinnet geçirerek birbirlerini katletmiştir.

Ancak 1. Dünya Savaşı esnasında, yeni teknolojilerle bu çöl ancak 11 günde geçilebilmiştir.

Yavuz bu çölün geçilmesi ile alakalı keşif yapmak üzere Vezir Hüsam Paşayı çöle gönderir. Dönüşte Paşa kan ter içerisinde: “Sultanım! Bu uçsuz bucaksız kum deryası geçilmez değildir. Lakin geçilse bile çok zayiata sebep olur” anlamında sözlerini söylerken, Yavuz öfkelenmiş onun konuşmasını kesmiş ve derhal görevinden azletmiştir. Bu, Yavuz’un kararlılığında ve inancında ne denli samimî olduğunu gösteren bir hadisedir.

Bu ümitsizlik içeren rapora rağmen Yavuz, atı Karaduman’ın üzerinde doğruldu ve askerlerine şöyle hitap etti:

“Ey Cennet Yolcuları! Ey can kardeşlerim! Bilesiniz ki Müslüman Türkler muharebe meydanlarında ve bütün ömürlerinde yalnız ve sadece Allah’ü Teâlâ’dan korkarlar. Önüne çıkan hiçbir engel onları Allah yolunda cihattan alıkoyamaz. Cenabı Hakk’ın emirlerine uyuldukça, onun yardımı bu çölü geçmek üzere sizlere nasip olur inşallah…”

Bu ateşli konuşması sonrası Yavuz atını doludizgin çöle sürdü. Tabi arkasından koca Osmanlı ordusu düğüne gider gibi, alevli Sina Çölüne daldı. Kum fırtınaları kasıp kavuruyordu. Gündüzleri dayanılmayacak kadar sıcak, geceleri ise donduran bir soğuk vardı. Ordu bu şekilde yol almaya devam ederek çölü yarıladı. Herkes imkânlarını idareli kullanıyor, teyemmüm yaparak namazlarını kılıyordu.

Gündüzleri 50 derecenin üzerinde sıcak, geceleri -20 derecelere varan donduran bir soğukla boğuşulan bu yolculukta, çok farklı tehlikeler baş göstermekteydi.

Şöyle ki;

* Çöl akrepleri, yılanlar ve zehirli böcekler, baş belasıydı. Kumların içine gizlenen bu haşarat, askerleri öldürebilecek kadar zehirliydi.

* Bazı askerler sıcağın etkisiyle serap görüyor, kumlara atlayıp yüzmeye çalışıyordu.

* Çölde konaklamaya geçildiği zaman kurulan ordugâhlara, gerillalar saldırı düzenleniyordu. (Memlük Devleti ile işbirliği yapan bedeviler tehlike oluşturuyordu)

* İnce ve hafif çöl kumu yüzünden askerler botlarını sıkı sıkıya bağlamak zorunda kalıyordu. Bazı bölgelerdeki kum fırtınaları yüzünden bütün eşyaların ve teçhizatın içi çöl kumları ile doluyordu. İlk defa çöl geçişi yapan Türk Ordusu bu duruma alışık değildi.

* Kum bazı bölgelerde o kadar yumuşak ve inceydi ki; adım atmak bir dert, top arabalarını yürütmek ayrı bir dertti. Bu nedenle akşamın ilk bastığı dakikalarda çok ince kumlu bölgelere su serpiştirilir, gecenin sonunda o toprağın donması beklenir, böylece o don tutmuş olan topraktan yüzlerce kilo ağırlığındaki top arabaları yürütülürdü.

Yolculuk süresince Yavuz Sultan Selim Han’ı kâh rahatsızlanmış bir yeniçerinin terini silerken, kâh tekerleri kum deryasında batmış bir topa omuz verirken görmek mümkündü. Yavuz bu cevval görüntüsüyle askerine muhteşem bir cesaret ve dayanışma örneği veriyordu.

Bir ara Yavuz Sultan Selim Han aniden yere inip, atının dizginini tutarak, başı önde yürümeye başladı. Onu gören başta Vezir-i Azam Sinan Paşa olmak üzere Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi de atlarından indiler. Bütün komutanlar, sipahiler, süvariler de Sultan’ın arkasından yürümeye başladılar. Adeta koca Osmanlı ordusu piyade bir ordu haline dönüvermişti.

“Atların bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde Sultan niye atından indi, yürümeye başladı?” fısıltıları yayılmaya başlamıştı.

Fakat ilginç olan şu ki; padişah çok saygılı bir şekilde önüne bakarak yürüyordu. Bütün vezirler kumandanlar merak içinde kalmışlardı. Her zamanki gibi Hasan Can’a müracaat ettiler. O da bu olaya bir anlam verememiş, fakat öğrenmek için sultanın yanına yaklaşmıştı.

Bir sebep de şuydu ki; komutanlar Hasan Can’a şöyle dediler: “Lütfen Sultan’a söyle! İdam ise idam. Kelle ise kelle. Hepsine razıyız. Biz çölün sıcaklığına dayanamıyoruz. Sultan’a söyle atına binsin ki; biz de atlarımıza binebilelim.”

Hasan Can yavaşça Sultan’ın arkasına yaklaşır ve: “Hayırdır inşallah sultanım! Bütün ordu merak eder. Devletli padişahımız acep niye yürürler? Kullarınız perişan sultanım. Lütfedip atınıza binseniz de onlar da rahat etseler!

Bu dünyayı iki cihangire fazla gören sultan gözleri yaşlı şöyle fısıldadı: “Görmez misin ki; iki cihan Sultanı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) önümüzde yaya olarak yürürlerken, biz nasıl at üzerinde olabiliriz Hasan Can?

Bir müddet bu şekilde giden Selim Han tekrar atına binince bütün ordu derin bir nefes alır.

Böylece geçilmez denilen Sina çölü 13 gün gibi kısa sürede geçilmiş, yaklaşık 100 yıldır yağmur yağmayan çöle, bu mübarek ordunun geçişi sırasında yağmur yağmıştır. Rota üzerindeki bazı mevkilerde de su birikintilerine rastlanmıştır.

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Allah doğru yolda olan kullarına, her surette yardım edeceğini vaat etmekte değil midir?

Tarihi kayıtlara göre Yavuz Sultan Selim Han ordusu ile beraber günde 18, 30, 45 bazen de 50 kilometreye kadar ulaşan yolculuklarla zayiat vermeden çölü geçmiş, Nil nehrine yaklaşmıştı. Gazze’den başlayan yolculuk 13 gün sonra Salihiye’de sona erdi. Salihiye, Nil nehri kıyısında meskûn bir yerdi. Buranın iklim olarak serinliği, cihat aşkı ile yanan orduya taze bir hayat vermiş ve çekilen onca zahmetler unutulmuştu.

Memlük ordusu iki defa kaybetmesine rağmen, Osmanlı ordusunun Sina Çölü’nü aşıp Mısır’a girebileceğine ihtimal vermiyordu. Sina Çölü’nü doğal bir koruma olarak kabul ediyordu. Nice devletlerin başaramadığını Yavuz Sultan Selim ve silah arkadaşları başarmış, dünyanın en güçlü devleti olduğunu böylece bütün otoritelere kabul ettirmiş oldu.

“Sultanım! Bu Memlük Devleti terörist bir devlettir. Umulur ki sokaklarda ani hücumlarla bize zayiat verdirmeye çalışacaklardır. Müsaade ederseniz önce ben sizin kıyafetinizle şehre gireyim. Onlar açığa çıkınca siz Allah’ın izniyle yetişirsiniz.” şeklindeki veziri Sinan Paşa’nın teklifini kabul eden Yavuz Sultan Selim Han, ne yazık ki şehre girdiğinde vezirinin şehit edildiğini öğrenecek ve günlerce:

“Mısır’ı aldık ama Sinan Paşa’yı kaybettik” diyerek gözyaşı dökecekti. Böylece Yavuz’un devlet işlerindeki ciddiyetinin ve acımasızlığının yanında, kalbinde ne denli merhamet ve şefkat taşıdığı görülecekti.

Şanlı ecdadımızın alev deryası olan Sina Çölü’nü salimen geçtiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti devletimiz de bu alevli günleri tez vakitte aşacak, ecdadına layık, zalimin zulmüne kafes, mazluma nefes olacak zamanın cihan devleti olma yolunda emin adımlarla büyüyecektir.

Haftaya inşallah Mısır’a giriş ve kutsal emanetlerin İstanbul yolculuğu ile alakalı güzellikleri dile getirmeye çalışalım.

Hayırlı Cumalar.

Selam ve dua ile.

Yaşar YAVUZ

3403 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Şehidin Makberi Göklerdir

    26 Mart 2024 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Kağıthane, Köşe Yazıları, Siyaset, Tüm Manşetler

    Tevrat Hz. Musa'ya, İncil ise Hz İsa’ya indirilmiş ilahi kitaplardır fakat yıllar içerisinde Musa'nın ve İsa'nın dinleri bozulmuş, kitapları deformasyona uğratılmıştır. Yani iki kitapta insan eliyle değiştirilmiştir. Şu an piyasada yüzlerce farklı çeşit İncil ve Tevrat var ve her birinin içeriği diğerinden farklıdır. Hiç bir ilahi kitapta, insanı da geçtim, hiç bir canlının, hele de bir masumun öldürülmesi emredilmez, tavsiye edilmez. Kur'anı Kerim bunun için var ve kıyamete kadar İslâm dini ve Kur'an-ı Kerim teminat altındadır ve nihai ...
  • Haksız Hukukun Kanlı Elleri

    13 Aralık 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Zulüm ile kendi "haksız hukukunu" sağlamaya çalışan İsrail, hem kendi halkına, hem Dünya'ya ne kadar rezil, ne kadar acımasız hatta nasıl gaddar ve kalleş olduğunu her fırsatta gösterdi utanmadan. Sanmasınlar ki zalimlik ile âbâd olurlar! Neyi kurtarmaya çalışıyorlarsa bilsinler ki ilk önce ondan olurlar. Ve elbet mazlumun sahibi Allahtır. Bir gün kimin kimde ne hakkı varsa Allah (c.c.) herkesin hakkını iade edecektir. Gerek bu dünyada gerek ahirette. Hainlik ve gaddarlık ile zafer kazanılmaz bunu er geç anlayacaklar ya ahirette y...
  • Bir Yerlerde Birilerine Hep Yazık Oluyor

    08 Ekim 2023 Din ve Yaşam, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İnsanın her şeyi, layıkıyla hak ettiğini yaşadığı bir hayat yok.Bir yerlerde birilerine hep yazık oluyor.Bir yerlerde hep birilerinin hakkı çiğneniyor.Bir yerlerde hep birileri istemediği şeylere mecburen katlanıyor.Yaşamak güzel ama birileri bunu hep zorlaştırıyor, kendilerine de bize de! Olan olur üzülürsünüz, içiniz burkulur ama anlamazlar hislerinizi, anlamazlar gerçekleri.Boşuna anlatmakla heba etmeyin kendinizi. Aynı yere aynı pencereden bakmak, aynı şekilde görmek demek değildir. Gözle görülen aynıdır da gönüllerin gördüğü bamba...
  • Kabahat altın taç olsa, kimse alıp takmaz başına

    10 Temmuz 2023 Din ve Yaşam, Eğitim, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Sivil Toplum, Tüm Manşetler

    İçimde kocaman bir ağlamak var,Kimse gerçekleri görmüyor, duymuyor.Çok görüntü var!Dışı iyi gibi görünüyor ama içi öyle değil.Çok kelâm ediliyor, bakınca bir sürü laf sözAma kulak verince bakıyorsun ki,Ne sözü söz ne gözü göz. Çok suret var,Lakin her gördüğün yüzü insan mı sanıyorsun?Sureti öyledir ama sireti başkadır.Sen, o öyledir zannedersin,Bu böyledir, yerli yerincedir dersinAma bir bakarsın ne görünen göründüğü gibidir,Ne de beklediğin öyledir. Bilirsin;İyilikten iyisi, kötülükten kötüsü yokAma bakarsın;İnsan gibi insan olmaları iç...