logo

Duruşumuz Net Tercihimiz EVET

Duruşumuz Net Tercihimiz EVET

Duruşumuz Net Tercihimiz EVET!

İnsanın tercihleri durduğu yeri gösteren belirleyici bir unsur olur çoğu zaman. Geleceği ise bu bağlamda bakıldığında tercihleri ile şekillenir. Tercihlerimiz veya aldığımız kararlar bizi ya istikamete ulaştırır ya da istikametten uzaklaştırır.

Hepimizin hafızasında bir şekilde yer bulmuş şu hadis bize istikametin adresini veriyor; “Haram bellidir helal bellidir; Fakat bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu belli olmayan) bir takım şüpheli şeyler vardır. Pek çok kimse onları bilemez…”  Tam da ne olduğunu bilemediğimiz zamanlarda istikameti ararken atacağınız adıma kuracağımız cümleye ve alacağımız karara dikkat ederiz. Acaba bu kararım kimin işine yarar?! Hikmetini anlamaya matuf bu soru girift sorunlarla karşılaştığımızda imdadımıza yetişir. İşte böylesi durumlarda karşılaştığınızda hısımlarımıza ve hasımlarımıza bakarız. Hısımlarımızın kanaatleri kadar hasımlarımızın söyledikleri de önem arz eder bu kritik süreçlerde.

İmamı Şafi, eğri ile doğrunun hak ile batılın birbirine karıştığı fitne zamanlarında nasıl hareket etmeliyiz diye soran talebelerine; “Hasmınızın okunu takip edin; O sizi istikamete/hak ehline götürür!” diyerek zor zamanlarda nasıl hareket etmemiz gerektiğini öğretir bize.

Türkiye’de son yıllarda her seçim süreci hayat/memat meselesi olarak gündemimizi meşgul etmiştir. Bir türlü hayatın akışı içerisinde olağan bir hal üzere ülkeyi idare edecek siyasi kadroların belirlendiği normal bir seçim olmadı son süreçte. Bu ülkenin asli unsuru olan milletin tercihleri, her geçen gün devleti milletindin rengine boyadıkça seçimler daha da hayati bir önem arz eder oldu. Statükonun beka garantisi olarak gördüğü cumhurbaşkanlığı, her dönem -hele bir de sivil talep olursa- kimin seçileceği söz konusu olduğunda hep sorun oldu bu ülkede. Ali Fuat Başgil’in hangi kaygıyla adaylıktan vazgeçtiğini, “Sana alışamadık!” itirazları ile tartışılan Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sürecini ve en son Abdullah Gül’ün, şark kurnazlığı ile 367 dayatması sonucu olarak cumhurbaşkanı seçilemeyişini, arkasından gelen 27 Nisan e-muhtırasını hatırlayalım. Erken seçim kararıyla, milletin hakemliği bu statükocu direnci kırdı da öylece seçilebildi Abdullah Gül. Cumhurbaşkanının halka seçtirilmesi fikri ise bugün anlaşılıyor ki; “Söz de karar da milletindir!” iddiasının gerçekleştirilmesine dönük en önemli adımdır.

Sayın cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halkoyu ile seçilmesi, “cumhur” olan milletin, artık sözden karara evrilen asli unsur olmanın mücadelesinin ikinci hamlesi oluyordu. Sayın Davutoğlu ile Sayın Erdoğan’ın birlikte çalıştığı dönemde yaşananlar; bir hastalık ile karşılaştığımızda ortaya konan tedavinin mutlaka yan etkilerinin olacağına ilişkin iyi bir tecrübedir. Bir taraftan halkın seçtiği Başbakan, diğer taraftan halkın seçtiği Cumhurbaşkanı. Seçimle meşruiyet elde eden iki dinamik makam. Ve yaşananlar hala hafızalarda canlı.

Peki, bu sorun yeni miydi? Elbette ki hayır! Cumhuriyetin ilanından beri alçalan ve yükselen bir trend ile hep yaşadık bu sorunu. Bu sebeptendir ki;1969 yılında merhum Erbakan, Milli Nizam Partisi seçim beyannamesinde çözüme dair Başkanlık Sistemini gündeme getirdi. Özal’ın da sürekli savunduğu Demirel’in dil ucuyla da olsa sitayişle bahsettiği, Sayın Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında bir çözüm yolu olarak önerdiği bu sistem, bugün, “cumhur” olarak milletin tercihinin esas alındığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak önümüzde durmaktadır.

17/25 Aralık ile başlayan, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü ile gün yüzüne çıkan FETÖ süreci ile hasımlarımızın nasıl bir Türkiye’ye tahammül edemeyeceklerinin mesajı verilmişti. Bir ülkenin hangi yönetim sistemiyle idare edileceği diğer ülkeleri niye ilgilendiriyor ki mealinde safiyane sorular zihinlerimizi meşgul edebilir. Öyle ya Türkiye bağımsız bir ülkeydi. Almanya’nın nesine, Hollanda kim oluyordu?! Ama durum hiç de öyle olmadı. Dünya 5’ten büyüktür diyen, mazlumun ve mağdurun hamisi olan, küresel aktörlerin özelde İslam coğrafyasını genelde tüm mazlum coğrafyaların şekillendirilmesine göz yummayacak, tarihine sadık gelecek vizyonu olan bağımsız bir Türkiye istemiyordu -sözüm ona- dostlarımız(!) Türkiye kendi içine kapanmalı, koalisyonlarla yorulmalı, terör ile uğraşmalı; ama etrafında olup biteni görmemeli ve bu sorunlarla meşgul olmamalıydı. 15 Temmuz’da durduramamış, sahada kaybetmiş Tanzimat’tan beri öykündüğümüz Avrupa ve nevzuhur devlet ABD ve dahi taşeronları olan terör örgütleri bu yüzden aynı şarkıyı söylüyor bu günlerde! Milletin devletin yönetimine el koyduğu 15 Temmuz sürecinin yasallaşacağı 16 Nisan referandumuna “Hayır!” demelerinin Türkçe başlıklarla “Hayır” propagandası yapan Avrupa gazetelerinin hikâyesidir bu.

Milli Şeflik döneminde “açık oy gizli tasnif” ile Türkiye’yi yöneten CHP’nin neden hayır dediğini anlıyoruz;

Allah’ın ismini ağzına almaktan kaçınan o Milli Şef’lerini uyardıklarında “Haydi Allah ısmarladık!” diyerek yasak savan tutumlarını hatırlatan Kılıçdaroğlu’nun, “hayırda hayır vardır!” tekerlemesi ile düştüğü komik durumu da anlıyoruz. Lakin payitaht dizisi ile tekrar bize feraset ve basiret abidesi Abdülhamit’in, “Bir konuda karar vereceğim vakit Avrupalı elçileri çağırır fikirlerini sorarım ne düşünüyorlarsa tersini yaparım!” sözünü idrak edememiş, hasımları ile aynı karede buluşan hısımlarımızı anlayamıyorum.

Türkiye’nin vesayet odaklarını yerle yeksan edecek bir sürecin habercisi olarak gördüğüm 16 Nisan referandumu, bize tarihi bir sorumluluğun yüküne ortak olmaya davet ediyor..

EVET! Duruşumuz Net Kararımız Evet Olsun!

İdris Şekerci
EBS İst. 6 Nolu Şube Başkan

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
1582 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.