logo

TÜKENİYORUZ

TÜKENİYORUZ

TÜKENİYORUZ

Çılgınlaşan tüketim zincirinin önemli bir parçası haline getirildik. Ulaşılabilen her şeye ulaşabilme kabiliyet ve imkânı bizi derin dehlizlere doğru hiç acımadan sürüklemeye devam ediyor.

Nereye gidiyoruz ve nereye kadar böyle gideceğiz?

Bir şeyimiz yok, sadece bir “şey” olan birçok şeyimiz var. Bir arkadaşımız yok, birden çok arkadaşımız var. Akrabalarımız, eşimiz, dostumuz, sevenlerimiz ve sevdiklerimiz baş döndürecek seviyede. Öyle görmek istiyoruz aslında, güçlü ve her şeyin sahibi. Sanal âlemde her şeye sahibiz. Sanki her şey yolunda gibi. Kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan bir dünya kuşatıyor bizi. Her şeyin olduğu ama hiçbir şeyin elimizde olmadığı. Bir kesim bu fakirliğin züğürt tesellisini yaşarken bir kesim de kendini bir başka sanal zevklerin kölesi hâline getiriyor…

Kitaplar, paneller, seminerler, düşünürler, şairler, mütefekkirler neler neler. Her şey bir telefon siparişi kadar elimizin altında. Ulaşılamayan neredeyse hiçbir şey yok. Yemeklerimiz bile telefonla geliyor, elbiselerimiz, endişelerimiz, kitaplarımız, ince zevklerimiz hatta sevdiklerimiz…

Her şeyin sahibi gibiyiz. Ama büyük bir sorunla karşı karşıyayız mutsuzuz. En acısı da hiçbir şeyin sahibi değiliz. Belki farkında değiliz, belki de üstünü sürekli örtmekle meşgulüz. Yalnızlaşıyoruz, hem de büyük bir hızla. Yok yok, aslında biz işimize gelmeyen bu üryan hakikatin sanırım farkındayız. Biliyoruz her şeyi, el atacak cesaretimizin olmayışından kaçmayı tercih ediyoruz. 

İmkânlarımız ruhumuzun tepesinde duran hafiyeler gibi sürekli tüketmeye itiyor bizi ve biz de tüketiyoruz. Vesveseler ve şeytani fısıltılar, eşyanın esareti altında olmamızı istiyor ve biz tükettikçe aslında tükeniyoruz. Kaçamıyoruz, elimizi bağlayan zaptiyelerin farkındayız. Lâkin sevdalarımız kuşatmaya yaracak kadar büyük değil. İtiraf edip kurtulma cesaretimiz de yok. Bedenimiz sürekli organizeli bir çetenin kuşatması altında, günü birlik bir hayatın dışına çıkamıyoruz.

Ye, iç, gez, toz, hayvani güdülerinle yerin…

Yağmurda ıslanmaktan nasibi olmayan, toprak kokulu sokaklarda top koşturamadan büyüyen çocuklar yetiştiriyoruz. Onların mahalle maçları olmadığı gibi mahalle kavgaları da hiç olmayacak belki, belki de gözlerini gözlerinden sakındıkları sevgilileri de olmayacak…

Asosyal, selamsız, sabahsız sadece kendisi için adım atacak çocukların çaresiz ebeveyni olacağız. Açlık nedir bilmeyen, midelerini mütemadiyen doldurma telaşıyla yaşayan, hayata dair bir tek kelam edemeden ergenlikten çıkan nesiller büyütüyoruz.

Hep beraber bu batağın içerisindeyiz ey ahali. Yok, birbirimizden farkımız. Tez elden toprağa uzanmalı ellerimiz, hayvana, doğaya, doğal olan her şeye.

Çocuklarımız arkadaşlarımız olmamalı. Örneğin; çekinmeli bizden, büyürken elleri ayakları ve akılları, babaları örnek alınacak bireyler olmalı.

Büyük içsel isyanlar geliştirmeliyiz, önümüze konan hayatın çarkından çıkmalıyız ilkin.
Yoksa bu çark hepimizi yutacak.

Kara Cuma, Kara Pazar, Kara Salı…

“Sen Kara Cuma diyemezsin” diye feryat eden ile paldır küldür Kara Cuma’dan nasiplenmek için birbirini ezenlerin, akşam aynı evde buluştuğunu bilmek acı veriyor insana. Bu sloganın “Kara Çarşamba” sı dalga dalga gelmiş olsaydı ilkin emin olun hiçbir infiale gerek kalmayacaktı.

İmanımız ateş çemberinde, ilk isyanımız onu kurtarmak için olmalı.

Yoksa bizden çıkan her ses boşluğa bırakılmış gürültüden ibaret olacak. Âlimizi efradımızı ve eşrafımızı sıraya koymak imanın gereğidir.

Vesselam.

Fatih Alim Daşpınar

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
2050 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.