logo

Türklerin Mili Bayramı: Yeni Gün-Rumi 9 Mart- Miladi 21 MART

Türklerin Mili Bayramı: Yeni Gün-Rumi 9 Mart- Miladi 21 MART

Orta Asya’da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kabul ettikleri güne Nevruz adı verilir ki, yeni gün anlamına gelir. Gece ve gündüzün eşit olduğu Miladi 21 Mart, Rumi 9 Mart gününe rastlamaktadır.

Her milletin hatırası kendi tarihine, kendi eski ananelerine dokunan milli bayramları vardır. Biz Türkler milliyetimize ait ne varsa kalbimizde bir acı duymadan unuttukça milli bayramımızı da muhafaza edememişiz. Türklerin milli bayramını Acemler benimsemişler ve “Yeni Gün” tabirini “Nevruz”a çevirmişler. Bu nasıl olmuş? Karilerime uzun ve sıkıcı tafsilat vermekten vazgeçerek Necip asım Bey’in tarihini açmayacağım. Yalnız Küçük Türk Tarihi’nden birkaç sayfa İşte aynıyla yazıyorum:

“Her kavmin masalları vardır. Türklerinde kendilerini mahsus ve babadan oğula geçen masalları vardı. Bu masallar hep muharebelere, kahramanlıklara dairdi. Türk masallarında kendisinden en çok bahsedilen kahraman Oğuz Han’dır. Bütün Türklerin babası “Türk” adında birisi idi. Türk, İsiggöl yakınına yerleşmiş ve orada onun oğulları ve torunları hüküm sürmüşlerdi. Türk’ün oğullarından Alınca Han’ın iki oğlu vardı; Tatar ve Moğol. Moğol Han dört evlat bırakarak ölmüş ve yerine büyük oğlu Kara Han geçmişti. Kara Han, Karakurum taraflarında otururdu. Kara Han’ın bir oğlu ve kendi adını kendi koymuş: Benim adım Oğuz Hakan’dır demişti.

Bu Oğuz, padişah olup babasının yerine geçince, Tatar ve Moğol Türklerini birleştirmiş, bütün Asya’yı ve Mısır’ı zapt etmişti Oğuz Han, Şam’da bulunuyordu. Kendisi artık ihtiyarlamıştı. Bir gün hizmetkârını çağırarak eline bir altın yay ve üç tane de altın ok vermiş; yayı, ucu görünecek surette gündoğusu, okları da günbatısı cihetine gömmesini tembih etmişti. Hizmetkâr gidince Oğuz Han altı oğlunu çağırmış ve av getirmek üzere üçünü gündoğusu ve üçünü de günbatısı cihetine göndermişti. Bir müddet sonra oğulları avlarla dönmüşler ve aynı zamanda buldukları oklarla yayı da getirmişlerdi.

Oğuz Han yayı kırarak parçalarını üç büyük oğluna, okları da üç küçük oğluna vermiş, yayı alanlara “Bozok”, okları alanlara “Üçok” demişti. Ok, yaya tabi olduğu için Üçok soyunun Bozok soyuna itaat etmesini de ayrıca nasihat etmişti…

Türkleri ve Türklüğü inkâr etmekte garip ve marazi bir lezzet duyan hasta bir kısım kimseler, ihtimal şu kıymetli tarihçiğin diğer büyük tarihlerden hulasa ettiği tafsilata: Efsane! Efsane! diye gülecekler ve dudaklarını bükeceklerdir. Onlarca mesela Yunanlıların bütün esatir ve tarihleri mukaddestir, muhteremdir. Hatta belki hakikattir. Lakin Trüklerin tarihi bile yalandır. Fakat halis Türkler kendi tarihlerine inanır ve asla onu unutmazlar. Misal olarak büyük ve şanlı biz garp Türklerine âlem olan ve bugünkü devletimizi kuran Osman Gazi’yi yâd edeceğim. Onun meşhur şiirini hangi Türk bilmez? Osman Gazi, bu şiirinde kendi milliyetini, babasını, dedesini, soyunu tanır ve onlarla iftihar eder bir er olduğunu gösteriyor.

“Kurt olup gel gir sürüye,

Arslan ol, bakma geriye,

Çar edip haydi çeriye,

Dil geçidini hisar yap.”

Dedikten sonra bakınız aslıyla, esasıyla nasıl gururlanıyor:

“Osman Ertuğrul oğlusun,

Oğuz Kara neslisin

Hakkın bir kenter kulusun,

İstanbul’u aç gülzar yap.”

Evet, birkaç asır evvelki babalarımız soylarını, tarihlerini, ananelerini bizden çok iyi tanır ve kendi asıllarıyla iftihar ederlerdi. Küçük Türk Tarihi’nden bir sayfa daha yazayım:

“Türkler ve Çinliler. -Türkler beş kabile idiler: Kıpçak, Uygur, Kanglı, Kalaç, ve Karluk… Bu adları muharebeleri esnasında Oğuz Han vermişti. Türkler en ziyade Çinlilerle uğraşırlardı. Çinliler Türkleri hiç sevmezler, onlara “Hiyun-nu” yani “Söz dinlemez hizmetçi” derlerdi. Çok defa Türk kabileleri Çin’e dalarlar, baştan aşağı Çin’i yağma ederlerdi. Çinliler onları kovalamağa cesaret edemezlerdi… Nihayet bu ardı arkası kesilmek bilmeyen hücumlardan kurtulmak için Çin’in etrafına kalın bir duvar bile çekmeğe kalkıştılar. Bu duvar bugün hala duruyor. Adına “Sedd-i Çin” derler. Fakat bu duvar da Çin’i Türk hücumlarından kurtaramadı. Bunu üzerine Çin, son bir çare aradı. Çin padişahlarından birisi bütün Çin askerlerini topladı. Çin hududundaki Türkleri de ordusuna ilave etti. Hiyun-nulara hücum ve onları fena halde mağlup etti. Hiyun-nu Türk kabileleri kuvvetli Çin ordusunun hücumu karşısında birleşmediler. Hele kardeşleri Tatar ve Uygur Türkleri de Çin’e yardım edince büsbütün şaşırdılar, perişan oldular. Bir kısmı çöllere dağıldı, Kırgız- Kazak oldu. Bir kısmı da Altay Dağları yanında “Ergenekon” vadisine düştü. “

Evet, “Pançau” adlı Çin serdarının kumandası altında Çinliler, Sibirya’nın şimalindeki Tunguzlar, garpta ve cenuptaki Acemlerle ve Afganlarla birleşerek ansızın “Türk Yurdu”na baskın vermişlerdi. Tabii geçen sene balkan milletlerinin yaptıkları gibi. Türkler korkmadılar şaşırmadılar. Bir tanesi yüz düşmana karşı koydu. Hepsi vuruştu, hepsi öldü. Yalnız “Nuhuz” ve “Kayan” adındaki iki hakanzade ile iki kız kurtarabildiler. Dereler aştılar. Tepeler aştılar. Karanlıklarda yürüdüler. Nihayet bir sabah önlerinde bir iz gördüler. Bu bir insan izi değildi. Koştular, izin üzerinde saatlerce koştular. Kızın birisi sevinçle;

-İşte diye haykırdı. Bu bir alageyik idi. Kovalamağa başladılar. Yol pek dar ve pek sarptı. Nefes nefese koşarlarken dik bir yardan aşağı yuvarlandılar. Kendileri geldikleri zaman şaşırdılar. Burası yeşillik ve ağaçlık bir yerdi. Güzel çiçekler açılmıştı. Renkli kelebekler uçuşuyor, kuşlar ötüyordu. Gezdiler, dolaştılar. Burası adeta cennetti. Öyle bir cennet ki kapısı yok. Hiç insana rast gelmediler. Başlarını yere eğdiler, ümitlerini kesmediler, “Yine bir gün olur, elbet bir yolunu bularak bu mahbesten kurtulur, vatanımıza kavuşuruz.” diyorlardı. Akşama doğru alageyik göründü. O da bir çukurda yalnız kalmıştı. Şimdi kaçmıyor, hatta onlara sokuluyordu. Kızlar bu geyiği okşadılar, kendilerine alıştırdılar. Nuhuz ve Kayan’la beraber sütünü içerek karınlarını doyurdular.

Tam dört yüz sene etrafı büyük ve geçilmez. Kafdağları ile çevrilen bu gizli yurdun içinde geçti. Bağ artık tamamıyla şenlenmiş, Türk yavruları çoğaldıkça çoğalmış, geyikler artmıştı. Ve herkes iş bulmuştu, herkes çalışıyordu. Turan’la ve dünya ile münasebetlerini kesen bu gizli yurttan artık kurtulamayacaklarına hükmeden Türkler yine asla meyus olmuyorlar, yine Turan’a kavuşmaktan ümitlerini kesmiyorlardı. Bir gün bu gizli yurtta bir kurt göründü ve geyiklerden bir tanesini parçalayarak kaçtı. Bir çoban bu kurdun nereden girdiğini merak etmişti. Arkasını bırakmadı ve küçük bir delikten çıktığını gördü. Koşa koşa yurduna döndü. Gördüğünü anlattı. Hepsi birden deliğin başına geldiler. Bu delik dardı. Uğraştılar, uğraştılar. Bir insan geçemeyecekti. Nihayet içlerinden bir demirci çıktı. Ocak yaktı. Örs kurdu. Çekici örse vurarak taşı parçaladı ve yol açtı. Bu küçük dünyaya dört yüz sene içinde çoğalarak sığmayan Türkler birdenbire taştılar, en önden, elinde bayrak, deliği açan demirci Türk çıktı.

Türkler bu güne çok sevindiler. Tekrar Turan’a kavuştukları için “Yeni Gün” diye bu çıkışlarını bayram addettiler ve deliği açan demirciye, “Bozkurt” namını vererek, kendilerine han yaptılar. “Bozkurt” kelimesini Moğollar kendi lisanlarına tercüme ederek “Börteçine” dediler ve bu milli bayramı onlar da tanıdılar.

Artık her yıl “Yeni Gün” demir ayini yapmak kaide haline girdi. “Yeni Gün” de hakan milli ocağın önüne gelir, bir demir parçasını kızdırır, sonra örs üzerine koyarak çekiç ile döverdi. Eski Türk tarihleri Yeni Gün’den, demir ayininden bahseder.

Ergenekon’dan kurtuluş hatırası eski Türklerde demir ayinine esas ve sebep olmuştur. Ve bu milli ayinin serpintileri bugüne kadar bizim aramızda kalmış, hatta İstanbul’da hala devam etmekte bulunmuştur. Nazar değenlere günlük yakmak, hastalara kurşun dökmek, loğusalara ve çocuklara demir parçaları takmak şüphesiz İslamlıktan gelme şeyler değildir. Bunu bütün ulema tasdik eder. Hep unutulan Yeni Gün’ün, milli bayramın, Ergenekon mahbesinden kurutuluşun, demir ayininin, muazzez ve eski bir ananenin bakiyeleri.

İşte Türkler davullarla, ciritlerle, oyunlarla bu “Yeni Günü” takdis ve taziz ederlerken Acemler de onlardan imrendiler, bu bayramı kabul ettiler ve hatta “Yeni Gün” ismini kelimesi kelimesine tercüme ederek “Nevruz” dediler. Acem tarihinde “Nevruz”a esas ve sebep olabilecek bir vak’a, bir masal, bir anane, bir rivayet yoktur. Hâlbuki Türk tarihinin, Türk ananesinin bugüne kadar devam eden akisleri acemlerin “Nevruz” dedikleri şeyin tamamıyla bizim “Yeni Gün”ümüz olduğunu iddiaya değil, hatta ispata kâfidir.

“Yeni Gün” biz Türklerin milli bayramıdır. Tarihimiz, mazimiz, masallarımız, ananelerimiz ve nihayet Ergenekon ve demir ayini bu milli bayramımızın bir efsane değil, milli ve içtimai bir hakikat olduğunu meydana çıkarır.

Bozkurt Türkleri Ergenekon’dan kurtaran ilk hakana verilen ad. Sonra deliği Türklere gösteren kurt. Bu vakanın izi bugün dilimizde capcanlı duruyor: Kurtarmak, kurtulmak, kurtuluş ve kurtarıcı kelimeleri her “kurt” cevherinden çıkmıyor mu?

Türklerin sadırlarında ve hatırlarında yaşayan ve yaşayacak olan “Ergenekon” hatırasından ilham alan bugünün şairleri var. Son balkan felaketleri nihayet Burgaz’dan Ergene’nin öbür tarafına kovuluşumuzu yâd ederek milli ve şuurlu rübabını çalan soydaşımız, Türklüğün bütün zafer ve azametlerini söyledikten sonra:

Fatih aldı İstanbul’u,
Babür Hind’e eğdi yolu,
Nadir sarstı sağı solu
Oldu yer son taslağımız!

***

Bundan sonra talih döndü,
Yıldızımız yine söndü,
Karşımızda Rus göründü.
Kesildi yurt ortağımız!

***               

Kırım, kazan heder oldu!
Tuna, Kafkas yeter oldu!
Türkistan’da neler oldu?
İşitmedi kulağımız!

***

Yurt girince yâd eline,
Ergenekon oldu yine!
Çıkmaz mı bir Börteçine
Nurlanmaz mı çerağımız?

diyor. Bugünkü Türklüğün perişan ve esir halini tıplı “Ergenekon” a benzetiyor. Bir kurtarıcı, bir Bozkurt, bir Börteçine temenni ediyor.  Onun heyecan ve ümidini biz Türkler kalbimizde duyarsak pek çabuk milli mefkûrelerimizi kuvvetlendirecek, mefkûresizliğin verdiği yeisten, azimsizlikten, iradesizlikten, bir anda kurtulacağız. Asıllarını seven Türk gençleri bu yüz milyon Türkün Milli bayramına yabancı kalmamalı, 9 Mart (21 Mart) gününü en muazzez günlerin sırasına koymalıdırlar.

İstanbul’un, milliyetini idrak etmiş şuurlu gençleri, idman Yurdu ve Türk Gücü’nün azaları milli bayramımızı, Yeni Günü, 9 Martı (21 Mart) Tes’id edeceklerini işittim. İsterdim ki bütün İstanbul ahalisi kendi milliyetlerinin hususi bayramına kayıtsız kalmasın. Ah fakat ne diyorum? “Yavaş, yavaş” değil mi?

Bundan başka Türkler Ergenekon’dan kurtulmalarına sebep olan kurt olduğundan bayraklarına altından bir kurt başı asarlardı. Bu, tarihçe sabittir. Demek kurt adeta bizim milli bir “alamet-Embleme”imiz sayılır. Yeni Günü, Dokuz Mart alkışlayan şuurlu gençler milli alametimizi de ihmal etmemeliler. Mesela kravat iğnelerimiz küçük ve altından bir “kurt başı” olabilir. Bastonlarımızın, silahlarımızın sapları ve kılıçlarımızın kabza başları bu alameti için ne mükemmel yerlerdir. Nişanlılarımız hediye olarak Türklerde ismet ve Güzellik timsali olan, küçük ve altın geyik başını hamil iğneler, yüzükler, bilezikler vermeli, bize her an mazimizi, milletimizi, aslımızı, esasımızı hatırlatacak milli alametleri gözümüzün önünden ayırmamalıyız.

İstiklal şenliklerimizde olduğu gibi şüphesiz “Yeni Gün”ümüze de itiraz olunacak ve bu günün tam martın dokuzunda olmadığı ispata kalkışacaktır.

Bu neye benzer biliyor musunuz? Mukaddes tanıdığımız bayrağın bir bezden ibaret olduğunu, ona atfedilen ehemmiyetin mevzu ve hayali olduğunu iddiaya. Hâlbuki ne kadar mantık yapılırsa yapılsın, bayrak mukaddestir, her milletin bezden bayrağı gibi mekândan ve zamandan da bayrakları vardır. Mekândan timsaller milli kabelerdir. Zamandan mukaddes timsaller de milli bayramlardır. Noktası hesap doğruluğunu arayacak olursak yalnız biz değil bütün milletler bayramsız kalırlar. Milli bayramlar kıymetli tarihi bir timsal, bir anane, mukaddes ve uzak bir yadigâr olmalarındadır, yoksa mevzu ve müesses bir takvime göre doğru olmalarında değil.

Ve milletleri canlandıracak, yükseltecek mefkûreleri doğuran masallar her halde mefkûreyi öldüren tarihlerden daha iyi ve daha kıymetlidir.

Tanin 1879 5 Mart 1330/18 Mart 1914

Ömer Seyfettin

Etiketler: » » » » » » » » »
226 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.