logo

TÜRKİSTAN’ın Kayıp Aydınlanması-32

TÜRKİSTAN’ın Kayıp Aydınlanması-32

TÜRKİSTAN’ın Kayıp Aydınlanması-32

HORASAN-2

Nişabur’un özelliği sadece kültürel değil aynı zamanda Tahir’in oğlu Abdullah’ın geliştirdiği olağanüstü bir aklın ve sistemin varlığı ile zirve yapmıştır. Nedir bu özellik? Abdullah derki! Refahın köylüler sayesinde olabileceğini söylemesiydi. “Tanrı bizi onların eli ile besliyor, onların ağızlarıyla ağırlıyor” der ve onlara kötü davranılmasını yasaklıyor. Gel de burada Atatürk’ü anma. Ne demişti “Köylü milletin efendisidir” nokta. Abdullah bu düşüncesi ile sıra dışı bir sonuca varmıştır. Devlet, yaygın eğitimi teşvik etmeliydi. Bilgi sadece seçkinler için değil, köylüler için de ulaşılabilir olmalıydı. Bu tutum ve davranış insanlık tarihinde bir ilktir. Ve yine bir Türk lidere aittir. Abdullah döneminde bu uygulama artık sadece Nişabur’da değil tüm Türkistan’da uygulamaya konulmuştur. Abdullah’ın bu uygulamasını ele alan Rus araştırmacısı Bartold bu dönemde fakir köylü çocuklarının bile eğitim almak için kasabalara gönderildiğini tespit etmiştir. Bahse konu olan tarih M.S. 822 ila 873 arasıdır. O devirde soylu toprak sahipleri Dikhanlar ile zanaatkârlar, köylüler ve işçiler iktidar tarafından aynı ilgi ve alakayı görmüşlerdir. Buraya düştüğüm bu notlar o kadar önemli ki, insanlığın aradığı sosyal adalete ne kadar muhtaç olduğumuza en büyük örnektir. Tabi ki böyle bir ortamda toplum huzuru da gelir.

Bugün insanlık ne kadar muhtaç böyle bir adalete! Çünkü ilim de kutsaldır. Herkes bu ilime ulaşabilmelidir.

Nişabur’daki siyaset ve kültürel alanı bugüne kadar en iyi araştıran Richard Bulliet olmuştur. Bulliet, o günleri “Soylu ve zengin aileler, liberal ve rasyonalist olan Ebu Hanife’yi takip ederler. Bunların karşısında ise 9.asırdan itibaren Gazze’de doğmuş olan ve şer’i meselelerde metnin zahiri manasından şaşmayanların yanında yer alan Şafii vardı” diye anlatır.

Bir taraf Akılcılığı, hür iradeyi ve bilimi savunurken diğer taraf maddenin her zerresinin Tanrı tarafından yaratıldığı ve kontrol edildiği sebebiyle bilimin temeli olan sebep-sonuç ilişkisinin Rasyonel ligi üzerine çene yormanın anlamsız olduğunu ileri sürüyordu. Vay ki vay, bugünde hala aynı yerdeyiz. Çok üzücü.

Nişabur’da bulunan kent kayıtlarında 997 senesinde bir vaizin 500’den fazla kişiye hitap ettiğini not düşmüştür. Bugün bile bu sayıya ulaşamayan binlerce cami ve vaizimiz vardır. Bu iki görüş zamanla birbirini o kadar yıpratmış ki Bulliet; “Bu soyluların kavgası derin, uzun ve ağır ağır çöken bir alacakaranlıktı. Bu soylular aslında İntihar etmişlerdi” der.

Bu kavgayı seyreden bir 3.taraf daha vardır. Tüccarlar. 7. asırda ortaya çıkan Irak’taki Hariciler dünyevi önderliğin Ali’nin torunlarından değil sıradan bir kişiye verilmesini istemektedirler. Bu fikre kapılan binlerce kişi zamanla isyana kalkışır, lideri Abdullah Kerram’dır. Bu üçlü çekişme zamanla bu büyük kent medeniyetini bitirir. Oysa bin sene önce Hakim El-Nişaburu’nun kent hukukunu, din alimlerini ve diğer tahsili kimseleri anlatan 8 ciltlik bir eseri vardır ve bulunmuştur.

Din kaynaklı tüm kavgalar nedense hep hazin ve yıkıcı bir sonla sonlanmıştır. Bu süreçte bölgede sadece İslam yoktur. Hristiyanlık ve Zerdüştlük ve Manihaizm de vardır.

Büyükçe bir kitle idi bu insanlar. İslami dönemde ilk felsefeyle ilgilenen kişi Ebul Abbas İranşehri’dir. O da bir Hazerfan’dı. 839 yılında bir güneş tutulmasını kaydetmiş olmasından anlıyoruz. Biruni kendisinden saygı ile bahseder. İranşehri, Hristiyanlık, Zerdüştlük ve Manihaizm’e dair derin bir irfanı ihtiva eder.

Not: Yazısı dizisi devam edecek inşallah.

Necati YÜZÜAK

Etiketler: » » » » » » » » » » » » » » » » » » »
944 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.